Yordam Kitap: Kitapları yayınevlerinin kendi sitelerinden satın alın
Soner Sert- 16.02.2020-Gazete Duvar
Yayın hayatına 2006 yılı Ekim ayında başlayan Yordam Kitap, düşünsel ve siyasal üretimi yansıtmak için seçtiği yolda Marksist kuramı ve onun tarihsel birikimini gündeme getiren, geliştiren, dünyanın geçirdiği son değişimleri, yeni olguları tarihsel maddeci bir perspektifle tartışıp bilimsel karşılığı olan, yeni dünya düzeni, küreselleşme, yeni-liberalizm, post-modernizm, post-marksizm, post-fordizm gibi kavramları ve onların ardındaki süreçlerin iç yüzünü sergileyen kitaplar basmaya devam ediyor.
Yordam Kitap Yayın Yönetmeni Hayri Erdoğan ile şu günlerde bir araya geldik ve korona virüsü salgının çalışmalarını nasıl etkilediğini konuştuk.
‘OKURLA İLİŞKİMİZİN FİZİKİ YOLLARI TIKANDI’
Korona hayatı tamamen durdurdu, desek yeri… Yordam Kitap nasıl etkilendi? Sürece nasıl uyum sağladı?
Virüs salgını tüm dünyayı tehdit ediyor. Türkiye’nin her yanına yayıldı, can almaya devam ediyor. Kaçınılmaz olarak biz de bundan çeşitli şekillerde etkileniyoruz. Ama bundan sadece yayınevleri etkilenmiyor. Tüm halkın yaşadığı sıkıntı ve sorunların bir kısmı bize de yansıyor. Hele, salgın şartlarında çalışmak zorunda olan emekçilerin karşı karşıya kaldığı yaşamsal riski, işini kaybeden emekçileri göz önüne getirince, bizim sorunlarımızın nispeten hafif kaldığını bile söyleyebiliriz.
Aslında toplum olarak, hatta tüm insanlık olarak, salgını bu kadar sarsıcı şekilde yaşamıyor olabilirdik. Ama maalesef salgın, üzerinde yaşadığımız dünyanın düzeni nedeniyle her şeyi kırıp geçiriyor, yoksulu daha çok vuruyor, aş ve ekmek kaygısı, insanları sağlıklarını ikinci plana atmaya mecbur bırakıyor. Diyebiliriz ki, salgın, dünyaya hükmeden kapitalizmin gerçek çehresini, yapısını ve açmazlarını da çok çarpıcı şekilde gözler önüne serdi. Derin toplumsal eşitsizliklerin, yoksulluğun, sosyal güvencesizliğin, sağlığın ticarileşmesinin, salgını nasıl yıkıcı hale getirdiğini görüyor, yaşıyoruz. Halklar, kamusal nitelikte olması gereken hizmetlerin, özellikle de sağlık hizmetlerinin piyasa ilişkilerine tabi kılınmasının ve büyük ölçüde özelleştirilmesinin bedellerini ödüyor.
Sorunuza dönersek, Yordam Kitap da, diğer pek çok yayınevi gibi salgından çeşitli şekillerde etkileniyor. Mart ortasından bu yana yayınevi ofisimiz büyük ölçüde kapalı. Haftanın birkaç günü, sınırlı saatlerde ve dönüşümlü olarak ofise gidiyoruz. Kitabevleri neredeyse tümüyle kepenk indirdi, tüm fuarlar ve okurlarla buluşma etkinlikleri iptal edildi. Okurlarla ilişkimizin fiziki kanalları tıkandı. Tek bağlantı kanalımız sosyal medya oldu. Biz de elimizden geldiğince evlerimizden işleri yürütmeye, üretmeye, yeni üretimler için kaynak biriktirmeye çalışıyoruz.
Yıllardır ofiste çalışıyorsunuz. Eve geçmek, evde çalışıyor olmak, üretiminizi nasıl etkiledi? “Aslında işler, evden de yürüyormuş” gibi bir düşünceye kapıldığınız oldu mu?
Aslında yayıncılığın bir ayağı zaten evdedir. Yazar, çevirmen, editör, redaktör, düzeltmen, grafiker, tasarımcı… “evden” çalışabilir, çoğu da evden çalışır zaten.
Diğer bir ayak ise ofiste ve depoda olmak zorundadır. Sonuçta fiziki bir ürün vücuda getiriyorsunuz, belli bir mekâna, getir-götüre, paketlemeye ihtiyaç vardır. Matbaadan gelen kitapları depoya/ofise almak, bu kitapları dağıtım merkezlerine, kitabevlerine, elektronik satış sitelerine ulaştırmak, “#evdekal”arak yapılamıyor maalesef.
Rutin büro işlerini evden yürütmek ise, yayınevinin iyi bir teknik altyapıya ve böyle bir perspektife sahip olmasıyla mümkün. Yordam Kitap, azami üretim-asgari mekân şiarıyla hareket ettiği için işlerin önemli bir kısmını elektronik-dijital ortamda halledebiliyordu. Uyum sağlamak zor olmadı. Ama raflarda kitap karıştıran, tavsiye isteyen, soru soran okurlarımızı, küçük mekânımızda dostlarımızla, yazarlarımızla, çevirmenlerimizle ve elbette ki sevgili Soner Sert’le sohbeti özledik.
‘SATILAN KİTAPLARIN BEDELİNİ ALMAK GÜÇLEŞTİ’
Bir yandan işin ekonomik bir boyutu da var. Dağıtımcılardan ödemelerinizi alabildiniz mi? İzinler, ücretli mi? Yazar ya da çevirmenlerin telifleri bu süreçte de yatıyor mu?
Toplumun salgın kâbusundan “olağan” günlere nasıl uyanacağını kestirmek güç. Manzaranın parlak olmayacağını tahmin etmek için ise müneccim olmak gerekmiyor. İşini kaybeden milyonlarca ücretli çalışan, işini-üretimini sürdüremeyecek duruma gelen küçük üretici, esnaf, küçük işletme ve serbest meslek sahibi, sonuç olarak artan göreli ve mutlak yoksulluk, karşı karşıya geleceğimiz tablonun acıtan gerçekleri olacak. Daha bugünden işini kaybeden ücretli çalışan sayısı milyonla ifade ediliyor.
Bunlar, elbette kaçınılmaz değil ama açıklanan ve esas olarak sermayenin ihtiyaçlarını gözeten tedbir paketlerine baktığımızda, iyimser tahminlerde bulunamıyoruz. Düşünün bir: “İşten çıkarmalar yasaklandı”! Ve düşünün ki, asgari ücretin brüt tutarını ödeyerek bu yasağı geçersiz kılabiliyorsunuz. Bu tablonun yayıncılık dünyasına da elbette yansımaları olacaktır, oluyor. Bizim gibi küçük ölçekli ve muhalif-ilerici yayınevleri için yayıncılık hiçbir zaman güllük-gülistanlık değildi. Süreğen sorunlarımızın üzerine tüy dikilmiş oldu diyebiliriz. Kitabevlerinin tamamına yakını kapalı olduğu için kitap satışları azaldı. Satılan kitapların bedelini almak güçleşti, bu şartlarda yeni kitap çıkaran yayınevine “kahraman” gözüyle bakılıyor.
Bu zor günleri okurlarımızla dayanışarak aşabileceğimize inanıyoruz. Sofrasındaki ekmek küçülmüşken, hâlâ kitaba para ayırabilen, inatla okumaya, araştırmaya, sorgulamaya devam eden azımsanmayacak sayıdaki okurun varlığı bize güç ve umut veriyor. Kitabı temel ihtiyaçlar arasında gören okurları selamlıyor, çoğalmalarını diliyorum.
Bunları anlatarak sorunuzun “hassas” bölümlerinin üzerinden atlayacağımı düşünmeyin. Yanıtlıyorum: İzin var ama ücretsiz izin yok, işten çıkarma yok; çeviri ücretleri tam zamanında, telifler makul sürede (pandemi sırasında basılan kitapların telifi satışla orantılı olarak) ödenecek; kitap üretim sürecinin önemli halkaları olan kâğıtçı ile matbaacıların ödemeleri de aksatılmayacak. Ne zamana kadar? “Kanımızın son damlasına kadar” değilse de faaliyetimizi sürdüremeyecek duruma gelene kadar. Okurlarımızın desteğiyle “faaliyetimizi sürdüremeyecek duruma” düşmeyeceğimize inanıyorum. Bunun okurlara bir çağrı anlamına geldiğini söylememe gerek yok sanırım.
‘E-TİCARET SİTELERİNDE KİTAPEVLERİNİN PAYI ÇOK DÜŞÜK’
Şu günlerde kitap basıyor musunuz? Cevabınız evetse, okura nasıl ulaşmayı planlıyorsunuz?
Kitap basımını planladığımız şekilde hayata geçirmemiz mümkün değil. Büyük ölçüde azalttık yeni kitap sayısını. Çünkü satış kanalları tıkalı. Şu andaki tek kanal e-ticaret; kitabevlerinin payı çok çok düşük. E-ticaret alanına hükmeden, arama motorlarında en üstte karşınıza çıkan firmalar da bu süreci kendileri için bir fırsata dönüştürmek istediklerinden, o kanalın da sağlıklı işlediği söylenemez. Bu sitelerde kitaplarımızın önemli bir bölümü satışa kapalı.
Buna rağmen kitap yayımlamaya devam edeceğiz. Akmayacak belki ama damlayacak. Nisan ayında üç yeni kitap çıkardık. Taner Timur’dan Popülizm Dalgası, Sivil Darbeler ve Osmanlı Hülyası; Fatih Yaşlı’dan ‘Halkçı Ecevit’: Ecevit, Ortanın Solu, CHP; Erkin Özalp’ten Gençlerle Baş Başa: Yapay Zekâ. Mayıs ayı içinde de Nadejda Krupskaya’nın oylumlu kitabı Lenin’den Anılar çıkacak.
Bu kitapların çok azının kitabevleri kanalıyla, bir kısmının tanınmış e-ticaret sitelerinden satılacağını öngörüyoruz. Ama asıl olarak Yordam Kitap’ın kendi internet satış sitesi üzerinden okurlara ulaşmayı hedefliyoruz. Okurlarımızın Nisan ayı boyunca sitemizden yaptıkları alışveriş umut vericiydi. Okurlarımıza bir kez daha seslenelim: Fırından yeni çıkmış ekmek tadında kitaplar istiyorsanız, olanaklarınız elverdikçe kitap edinin, bunları mümkünse doğrudan doğruya yayınevlerinin kendi sitelerinden satın alın.
‘KİTAPLARIN KADERİNİ OKURLAR TAYİN EDER’
Sosyal medyada sık sık kitap önerileri yapılıyor, kitaplardan pasajlar paylaşılıyor. Sizce bu durum kitap satışına etki ediyor mu?
Yordam Kitap, salgının ilk günlerinden başlayarak yazarlarından kitap öneri listeleri aldı, bunları sosyal medyada paylaştı, blog sayfasına koydu. Okurlar, elbette her tavsiyeyi süzgeçten geçirerek tercihlerini oluştururlar. Onların sezgisine, sağduyusuna, tercihine saygı ve güven duymak zorundayız. Beğendikleri, takip ettikleri yazarların tavsiyeleri bazı kitapları okurlara yeniden anımsatacak, okurların bu kitaplara daha dikkatle bakmasını sağlayacaktır. Ama bunun bir reklam etkisi yapacağını sanmam. Yani okur, normalde ihtiyaç duymadığı, kendisine seslenmeyen, ilgi alanına girmeyen bir kitabı, sırf bir yazar önerdi diye satın almaz, okumaz. Dedim ya, kitabın iyisini-zayıfını en iyi okurlar anlar, kitapların kaderini de yine okurlar tayin eder.
Önümüzde süreç için nasıl bir hazırlığınız var? Hangi kitapları basmayı düşünüyorsunuz?
Mayıs’ı söylemiştim. Haziran’da ise 800 sayfalık olağanüstü bir roman geliyor. Marx ve Engels’i de roman kahramanı olarak göreceğimiz, 1849 Baden (Almanya) devrimini anlatan tarihsel bir roman: Stefan Heym’den Lenz Belgeleri.
Bu vesileyle, size ve tüm okurlara sağlık diliyorum.