Tek ümidimiz dünya çapında dayanışma
Cem Somel - 14.02.2024 BirGün Gazetesi
Yordam Kitap yayınevinin kurucusu dostum Hayri Erdoğan, David McNally’nin Kan ve Para: Savaş, Kölecilik, Finans ve Emperyalizm başlıklı kitabını çevirmemi önerdiğinde kitabı bilmiyordum, yazarın adını da duymamıştım. Çevirmeye giriştiğimde metindeki eşitlikçi devrimci ruh beni sardı. Anlattıkları, tahlilleri ufuklarımı açtı. Başka tercüme işlerinde duymadığım bir şevkle çalıştım. Kitap yayımlandıktan sonra McNally’den söyleşi rica ettim, kabul etti. Ancak cevaplarını geç gönderdi. Gazze Savaşına Karşı Bilginler (https://scholarsagainstwar.org) girişimiyle meşgul olduğundan cevapları yazmakta geciktiğini bildirdi. Profesör McNally, Kan ve Para: Savaş, Kölecilik, Finans ve Emperyalizm başlıklı eserinde, parada yeniliklerin icadının (sikkenin, kıymetli metalle karşılanan banknotun ve karşılıksız banknotun icadının) ve bu yeniliklerin yayılmasının savaş finansmanıyla, köle ticaretiyle ve istihdamıyla, sömürgecilikle ve köylülerin topraklarının gaspıyla bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor.
Kan ve Para’da paranın üçüncü biçimini (karşılıksız yasal parayı) işlediğiniz bölümde bu paranın ABD ekonomisine sağladığı fahiş ayrıcalığı anlatıyor. Bu para biçiminin sağladığı parasal esneklikle ABD federal devletinin 2008 bunalımını atlattığını aktarıyor. Öte yandan merkez ülkelerinde devletler, genelde paralarının satın alma gücünü istikrarlı tutmaya çalışır. Zira bu paralarla birimlendirilmiş finansal varlıkların değerini korumak isterler. Buna karşılık 1970’lerde karşılıksız yasal paraya geçildikten sonra, kalkınmakta denilen ülkelerden bazılarında devletler, uzun yıllar iki hatta üç haneli oranlarda enflasyona yol açan politikalar uyguladı. Arjantin, Brezilya ve Türkiye misali ülkelerde ücretlilerin reel gelirleri dönem dönem yıllarca eridi.
YASAL PARA REJİMİ REEL GELİRLERİ ERİTİR
Öteki iki para biçiminden farklı olarak yasal paranın, bazı ülkelerde, egemen sınıflara işgücü kullanmanın reel maliyetini azaltmaya olanak da verdiğini söyleyebilir miyiz?
Paranın çeşitli biçimleri, işgücünün değerini azaltmakta –yani reel ücreti azaltmakta– değişik şekillerde kullanılmıştır. Ulusal paraların altın gibi kıymetli metallerle ilintili olduğu dönemde, paraya devalüasyon uygulandığında [paranın metal cinsinden değeri düşürüldüğünde] merkez bankası parası [banknot] ile ödenen ücretlerin satın alma gücü azalıyordu.
Yasal kâğıt para rejiminde ise, fiyat enflasyonu reel ücretleri yani işçilerin alım gücünü azaltır. Devletlerin elinde bir politika seçeneği, bütçe açığı uygulamaktır. Bu uygulandığında paranın dış değeri azalarak ithal edilen tüm mallar pahalanır. Ya da devletler ulusal parayı bilerek devalüe edebilir. Bu da aynı neticeye varır. Dediğiniz gibi, yasal para rejiminde bu uygulamaların hepsi reel gelirleri eritir.
Kan ve Para’da, belirgin tarihsel eğilimler çerçevesinde, bir toplumsal gelişmenin birden fazla değişik yoldan devam edebileceğini belirtiyorsunuz.
Bir süredir merkez ülkelerde reel ücretlerin erimesi ve tüketici kredilerinin artması sonucu hanehalkı borçları artmakta. 2022’de hanehalkı borçlarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı Kanada’da yüzde 102’yi, İngiltere’de yüzde 83’ü, ABD’de yüzde 74’ü buldu. Öte yandan şu anda bazı fakir ülkelerde birçok borçlu insanın köle konumunda çalıştırıldığı bilinmekte.
Şayet dünya düzeninde köklü bir değişme olmazsa, acaba merkez ülkelerinde egemen sınıfların borçlu hanehalkı fertlerine borç köleliği dayatması; bunu güvenli bir istihdam şekli olarak tezgâhlaması; borçlu-köle teminatlı menkul değerlerin kârlı bir finans alanı olarak gelişmesi olmayacak bir ihtimal midir sizce?
BORÇ, İŞÇİLERİ DİSİPLİN ALTINA ALMAYA YARIYOR
Olamaz denemez. Ama borcun zaten işçileri disiplin altına almaya yarayan bir finansal mekanizma olduğunu unutmamalıyız. İşçileri borç ödemek için ücretle çalışmaya, fazla mesai yapmaya ve düşük ücrete razı olmaya mecbur etmektedir. Bu da, sermayenin geneline tabi bir tür borçlu-köleliktir. Borçlu-köle konumu, işçinin doğrudan şu veya bu bireyin kölesi olmasını gerektirmez. Gerçi o da olabilir ve olmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada gibi ülkelerde göçmen işçi programlarında birçok yabancı işçi belirli bir işverenin işçisi olarak kaydedilmektedir. İşçi o işvereni terk ederse, ülkeden çıkmak zorundadır. Bu bir kişiye daha doğrudan bir bağımlılık oluyor. Yakın gelecekte kişiye bağım oluşturan bu tür istihdam düzenlemelerinin artması pekâlâ mümkündür.
“Açgözlülüğü ve tahakküm hırsını belirli toplumlarda düzenin oluşum tarihiyle izah etmek gerekir.”
Kan ve Para’da yüzyıllara yayılan köylüyü topraktan sürme, ülkeleri sömürgeleştirme ve köle işgücü sömürme süreçleri betimleniyor. Anlatılanlar yürek parçalıyor. Öte yandan kitap antik çağdan modern çağa önde gelen düşünürlerin bu politikaları ve uygulamaları nasıl akla uydurup gerekçelendirdiklerini, hatta bunlardan bizzat çıkar sağladıklarını anlatıyor.
Bozguncu biri, tarihin kaydettiği bu tutumların açıkgözlülüğün ve tahakküm hırsının insanın doğasında olduğunu kanıtladığını öne sürse, nasıl yanıtlardınız?
İnsan doğasına ilişkin bu iddiaya karşı, elimizde insanların dayanışmasına ve ortak yaşama biçimlerine dair çok karşıt örnek var. Antropologların çoğunun tespit ettiği gibi, geçmişte birçok toplumun rekabet yerine karşılıklılık ilkesine göre kurulduğunu Kan ve Para’da anlatıyorum. Varlıklıların özel servet biriktirmek yerine, varlıklarını yoksullarla paylaşmasının beklendiği, “karşılıklı hediye verme” üzerine kurulu birçok ekonomi örneği var. Bu nedenle, açgözlülüğü ve tahakküm hırsını belirli toplumlarda düzenin oluşum tarihiyle izah etmek gerekir. Toplumsal ve iktisadi hayatın tüm biçimleri bunlardan ibaret değil. İşte bu noktada, sömürüye ve servet biriktirme rekabetine hangi tahakküm biçimlerinin yol açtığını saptamak çok önem kazanıyor. Şayet bunlar insan doğasının gereği değil de, –kanımca– tarihsel gelişmelerin ürünüyse, bunları değiştirme olanağı var. Dayanışma ve karşılıklılık ilkeleri üzerine yeni bir toplumsal düzen kurulamaması için bir neden yok.
Kan ve Para, egemen sınıfların insanlarda ırkçı, milliyetçi, cinsiyetçi ve toplumsal statüye ilişkin önyargıları ve ayrımcılığı körükleyerek emekçi toplulukları birbirine düşürmeyi başardığı örneklerle dolu. Egemen sınıflar böylece birçok emekçi topluluğu iliklerine kadar sömürüp doğayı insafsızca talan edebilmektedir.
Sosyal sınıfların ve ulusların iklim değişmesinde ve doğal çevre tahribatında payları çok farklı. Hâl böyle iken, insanlığın bu beka sorununu adil bir şekilde çözebilmesinin imkân ve ihtimali sizce nedir?
ÇIKAR YOL DAYANIŞMA VE GÜÇ BİRLİĞİ
Her şey, kitlelerin zulme, doğa tahribatına ve savaşa direnirken yeni dayanışma tarzları ve güç birlikleri inşa etmelerine bağlı. Bunun gerçekleşeceğinin teminatı yok. Ancak tek gerçek çıkar yol bu. Kapitalist toplumun egemenleri tövbe edip savaştan, çevreyi tahrip etmekten ve insanlığın çoğunu sömürmekten vazgeçmeyecek. Geçen üç yılda dünyada milyarderlerin serveti katlandı. İki milyara yakın insan daha da yoksullaştı. Dünyanın gidişi bu yönde. Bunu durdurmanın tek çaresi mevcut
düzende devamlı mağdur olanların aralarındaki ayrılıkları aşarak düzenin işleyiş kurallarını değiştirme davasında birleşmesi. Kolay olmayacak. Ama olanaklı. Ve tek gerçek ümidimiz bu. İnsanlar arasında, ve insanla doğa arasında tekrar akla uygun ilişkiler kurmak için dünya çapında dayanışmak. Herhâlde bu hedef için mücadele etmeye değer.
∗∗∗
DAVID MCNALLY KİMDİR?
Sosyalist aktivist ve ödüllü akademisyen. Yayınlanmış sekiz kitabı ve altmıştan fazla makalesi vardır. Kanada’nın Toronto kentindeki York Üniversitesi’nde 30 yıl öğretim üyesi olarak çalıştıktan
sonra ABD-Teksas’taki Houston Üniversitesi'ne geçti. McNally, halen Houston Üniversitesi'nde Tarih ve İşletme Profesörü ve Kapitalizm Çalışmaları Merkezi Direktörüdür.
David McNally’nin küreselleşme karşıtı hareketleri incelediği Başka Bir Dünya Mümkün kitabı da Kan ve Para gibi Yordam Kitap tarafından yayınlanmıştır. McNally, Global Slump kitabıyla Amerikan Sosyoloji Derneği'nden Paul Sweezy Ödülü’nü, Monsters of the Market kitabıyla da Deutscher Memorial Ödülü’nü kazanmıştır.
McNally, lise öğrencisiyken Vietnam Savaşı karşıtı harekete katıldı; üniversiteye girdiğinde Angela Davis'i Özgürleştirme Komitesi'nin kampüs şubesini örgütledi. 1990’lardaki küreselleşme karşıtı hareketin ön saflarında yine onu görürüz. Küresel adalet, ırkçılık karşıtı hareket ve sosyalist hareketler içindeki aktivizmini sürdürüyor, Ontario Yoksulluğa Karşı Koalisyon, Filistin İçin Fakülte, Toronto Yeni Sosyalistler ve Kampüs Antifaşist Ağı gibi bir dizi örgüte aktif destek veriyor.