Fransız edebiyatında gerçekçilik akımının en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilen Stendhal, 23 Ocak 1783’te Grenoble’da dünyaya geldi. Asıl adı Marie-Henri Beyle’dir. Yedi yaşındayken çok sevdiği annesini kaybedince “hayal gücünden yoksun” bulduğu avukat babası ile kasvetli bir çocukluk geçirdi. İlk eğitimini veren papazın katı disiplinli tutumu, Stendhal’in hayatı boyunca otoriteden, dinsel zorbalıktan nefret etmesine yol açtı.
Yaşı on dörde yaklaştığı sırada, bulunduğu eyalette açılan yeni bir okula devam etti. Ünlü bir doktor ve gerçek bir aydın olan (anne tarafından) dedesinin etkisiyle edebiyata ilgi duydu. Molière, Fénelon, Voltaire, Horatius, Ovidius, Dante, Cervantes, Saint-Simon gibi yazarları okudu. Fransız aydınlanmacılığına ait ilerici fikirleri benimsedi. Sonraları, daha ilk gençliğinden itibaren koşulsuz bir Cumhuriyetçi olduğunu söyleyerek övünecektir.
Okulda, özellikle matematikte kendini gösterdiği için, Politeknik Okuluna girmek üzere Paris’e gitti. Fakat Paris’e varınca bu sınava girmekten vazgeçti ve kuzeni Pierre Daru’nün yardımıyla Savunma Bakanlığında göreve başladı. Teğmen rütbesiyle gittiği İtalya’da, bu ülkenin güzelliklerini keşfetti. İtalya’nın kültürü ve doğası, yaşamında ve eserlerinde psikolojik ve tematik olarak belirleyici bir rol oynamıştır.
Askerlik hayatından sıkılan on dokuz yaşındaki Stendhal, Paris’e dönerek ilk oyun denemelerini kaleme aldı. Ölümünden sonra yayımlanacak olan Günlük’ünü tutmaya başladı. Tiyatroyu çok seviyor ve Molière ayarında bir yazar olmayı düşlüyordu. Marsilya’ya yerleşerek bir süre ticaretle meşgul oldu.
Napoléon Bonaparte liderliğindeki Fransız Devrim Ordusu’nun Avrupa içlerine doğru ilerlediği yıllarda, Stendhal askerî kariyerine geri döndü. İmparator tarafından kont unvanıyla taltif edilen kuzeni Daru, onu Alman şehri Brunswick’e gönderdi. Bu görev Stendhal’in Almanya ve Avusturya’nın bazı bölgelerini keşfetmesini sağladı. 1812’de Napoléon’un Rusya seferine katıldı; şehrin hemen dışından Moskova’nın yakılışına ve ordunun kış koşullarında yenilgisine tanık oldu. Fransızlar geri çekilirken ordunun donatımını sağlamakla görevlendirilmişti.
1813 yılının başlarında Fransa’ya karşı güçlerini birleştiren Rusya ve Prusya, Napoléon’u yenilgiye uğrattı. Müttefik ordusu Paris’i ele geçirdiğinde Stendhal de oradaydı. En sonunda yazarlığı seçmiş olarak yeni yaşamını İtalya’da sürdürmeye karar verdi.
Milano’da ikamet etmeye başladığı andan itibaren müzik ve görsel sanatlar üzerine çalıştı. Milanolu liberaller ve Carbonari yurtseverleriyle arkadaş oldu. İlk kitaplarını yayımladı: Haydn, Mozart ve Metastasio’nun Hayatları (1815), İtalya’da Resim Sanatı Tarihi (1817). Bu ilk çalışmalarında intihal izleri saptanmış olsa da Stendhal’in ele aldığı konulara, parlak ve orijinal bir içgörü ile yaklaştığı kabul edilmektedir.
Stendhal mahlasını ilk kez 1817’de çıkan Roma, Napoli ve Floransa başlıklı seyahatnamesinde kullandı. Bu arada bazı İngiliz dergilerine de yazmaya başlamıştı. Siyasi dostlukları, Avusturya işgal makamları tarafından takibe alınınca 1821’de İtalya’yı terk etmek zorunda kaldı.
Ülkesine döndüğünde Parisli seçkinlerin toplandığı salonlarda boy gösterdi. Zekâsı, bilgisi ve anlattığı hikâyeler ile beğeni topluyor olsa da alaycılığı, siyasi polemikleri ve Jakoben fikirleri şoke edici bulunuyordu. 1822’de duygusal deneyimlerinin ve özlemlerinin gizli bir itirafı olarak da okunabilecek Aşk Üstüne adlı kitabını yayımladı. Bunu, İtalyan opera bestecisi Rossini’yi tanıttığı bir biyografi, Racine ve Shakespeare’i ele aldığı inceleme ve nihayet ilk romanı olan Armance (1827) izledi.
Parma Manastırı (1839) ile birlikte iki başyapıtından biri olarak kabul edilen Kırmızı ve Siyah 1830’da yayımlandı. Roman, hırslı başkahramanı Julien Sorel’in tutku ve gerilimlerini merkeze alarak, Napoléon’un sürgüne gönderilmesi sonrasında başlayan Bourbon Restorasyon (1815-1830) döneminin eksiksiz bir tablosunu çiziyordu. Stendhal’e göre Restorasyon, devrimin ve Napoléon’un kahramanlık dönemlerinin yerini hakkı olmadan almış bir alçaklık çağıydı.
Temmuz Devrimi’ni takiben Louis-Philippe’in tahta çıktığı 1830 yılı, kalemiyle yaşamakta güçlük çeken Stendhal’in hayatında yeni bir dönüm noktası oldu. Önce Trieste’ye, ardından Roma’nın kuzeyindeki Civitavecchia’ya konsolos tayin edildi. Kendini sıkılmış ve yalıtılmış hissettiği bu küçük kasabadaki yılları verimli geçmedi. 1834’te yeni bir romana (Lucien Leuwen) başladı; ertesi yıl onu yarım bırakarak kendi yaşam öyküsünü anlattığı Henry Brulard’ın Hayatı’nı yazmaya başladı. Bu eseri de tamamlayamadan Fransa’ya döndü ve sonraki birkaç yılı Avrupa’da gezerek ve yeni metinler kaleme alarak değerlendirdi.
1838’de Bir Turistin Hatıraları adını taşıyan seyahat kitabını yayımladı. Aynı yılın sonbaharında Parma Manastırı’nın ilk düşüncesi kafasında belirdi. 500 sayfayı aşan bu dev romanı, Paris’teki konutuna kapanarak (4 Kasım - 26 Aralık 1838 tarihleri arasında) 52 gün içinde yazdı ve dikte etti. Parma Manastırı baskıya giderken Lamiel adlı yeni bir roman tasarlamıştı. Ancak bu da ölümünden sonra yayımlanacak olan tamamlanmamış eserlerinden biri olarak kaldı.
Stendhal’in sağlığı yaşamının son yılında bozulmaya başlamıştı. 23 Mart 1842’de, yeterince tanınmamış ve anlaşılmamış, hak ettiği değeri ancak ileride bulacağına dair inancını koruyan bir sanatçı olarak hayata veda etti. Beklediği gibi de oldu. Ian Watt’ın sözleriyle, roman türü ilk büyük sıçramasını Fransa’da Balzac ve Stendhal ile yapmıştır.