Liam O’Flaherty’nin Kıtlık (Famine) adlı romanını başında Cengiz Tuncer ile Aydın Emeç’in bulunduğu E Yayınları için çevirmeye yanılmıyorsam 1971 sonlarında başlamıştım. 12 Mart askerî darbesiyle gelen karanlık günlerdi. Bazı politik çevirilerin yanı sıra Kıtlık çevirisini de sürdürmeye çalışıyordum. Ta ki Göztepe’deki ev 1972 Nisanında basılıp bir aydan fazla süren bir Sansaryan Han deneyiminin ardından kendimi Ankara’da, Mamak Askerî Cezaevi’nde buluncaya kadar.
Bunca yıl sonra sözü uzatmaya gerek yok. Birkaç ay sonraydı, sevgili annemle babam Famine’i bana getirdiler, hem de daha fazla yıpranmasın diye bir güzel ciltleterek. Gel gör ki, çevirinin yaptığım kadarı baskın sırasında daha birçok yazı ve çeviriyle birlikte yağmalanıp götürülmüştü. O yüzden, çeviriyi baştan alıp tamamlamam gerekti. Kıtlık, sonunda 1973’ün Ocak ayında kapağında Egon Schiele’nin “Ölü Anne” tablosundan bir ayrıntıyla E Yayınları’ndan çıktı.
Şimdi, o günlerden bugüne şöyle bir bakıyorum da, “Kıtlık’ın kendisi kadar çevirisi de ‘tarihsel’ bir niteliğe kavuşmuş,” demekten alamıyorum kendimi! Evet, O’Flaherty’nin İrlanda halkının 1840’lı yıllarda yaşadığı büyük yıkımdan neredeyse yüz yıl sonra kaleme aldığı bu yapıt belki daha yazıldığı sırada bir tarihsel roman niteliğindeydi. Ama ilk yayımlanışından elli yıla yakın bir zaman sonra yeniden yayımlanan bu çevirinin de tarihsel bir nitelik almış olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz… O yüzden, O’Flaherty gibi bir yazarın değerini bilen Yordam Edebiyat’a da, onca yıl önce zor koşullarda yapılmış bu çeviriyi gözden geçiren Aslı Uluşahin’e de teşekkür borçluyum.
• • •
Liam Ó Flaithearta ya da uluslararası edebiyat dünyasında bilinen adıyla Liam O’Flaherty’nin, Jonathan Swift, Lady Gregory, William Butler Yates, Oscar Wilde, George Bernard Shaw, James Joyce, Samuel Beckett, Sean O’Casey, Frank O’Connor, Brendan Behan gibi büyük yazarlar yetiştirmiş İrlanda edebiyatının sağlam geleneğine yaslanan toplumcu bir yazar olduğunu söylemeliyim. Ama O’Flaherty’nin, İrlanda edebiyatında on dokuzuncu yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl başında yaşanan canlanmaya, başka bir deyişle İrlanda rönesansına bağlı kalan yazarlardan biri olduğu da söylenebilir.
Siyasal alandaki bağımsızlıkçı ve milliyetçi akımlarla birlikte gelişen İrlanda rönesansının kaynağını, İrlanda dili ve edebiyatının, tarih ve kültürünün Gael kökenlerine yeniden duyulan ilgi oluşturmuş, nitekim O’Flaherty de özellikle oyunları ile şiirlerinin pek çoğunu İrlanda dilinde kaleme almıştı.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Batı Cephesi’nde ağır yaralanan O’Flaherty’nin, 1934’te yayımlanan Shame the Devil (Şeytan Utansın) adlı özyaşamöyküsünden, terhis edildikten sonra Güney Amerika, Kanada, ABD ve Ortadoğu’da orman, maden ve fabrika işçiliği, bulaşıkçılık, tayfalık ve banka memurluğu gibi birçok işte çalıştığını, İrlanda’ya döndükten sonra devrimci etkinliklere katıldığını, 1921’de İrlanda Komünist Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer aldığını öğreniyoruz.
O’Flaherty, ilk kısa öyküsü The Sniper’ı (Keskin Nişancı) ve ilk romanı Thy Neighbour’s Wife’ı (Komşunun Karısı) 1923’te yirmi yedi yaşındayken yayımladı. İrlanda iç savaşının başladığı günlerde Dublin’de geçen The Sniper’da, bir evin damına yerleşen bir keskin nişancı karşı evin damındaki keskin nişancıyı vurur. Aşağıya inip bakınca, öldürdüğü kişinin kardeşi olduğunu görür... Komşunun Karısı’nda ise din ve yurtseverliğin gölgesinde tutkulu bir aşk öyküsü anlatılır. O’Flaherty, daha bu ilk romanındaki ustalıklı anlatımıyla, “sözcüklerin dokumacısı” olarak nitelenmiştir.
Romanları ve öykülerinde İrlanda halkının yürekliliğine ve kararlılığına duyduğu saygıyı dile getirmekten hiçbir zaman geri kalmayan O’Flaherty’nin, yapıtlarında ödünsüz bir doğalcılık ile şiirsel bir anlatımı, keskin bir yergi ile psikolojik çözümlemeyi ustaca bileştirdiği görülür.
İrlanda iç savaşının hemen sonrasında, 1920’lerin Dublin’inde geçen The Informer’ın (Muhbir) baş karakteri, aranmakta olan yoldaşını güvenlik güçlerine ihbar eden bir devrimcidir. 1925’te yayımlanan bu romanın edebî başarısı, bağlı olduğu devrimci örgüte ve can dostuna ihanet eden Gypo Nolan’ın tek boyutlu bir karakter olarak değil, tüm duraksamaları, iç çelişkileri, korkuları ve gelgitleriyle etten kemikten bir insan olarak ele alınmasındadır. Bunu sinema adına keşfeden de, O’Flaherty’nin yakın akrabası, ünlü yönetmen John Ford olur. Muhbir’i 1935’te beyazperdeye uyarlayan Ford bu filmle ilk Oscar’ını alırken, Gypo Nolan’ı oynayan Victor McLaglen da En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ına değer görülür.
O’Flaherty, bir köy rahibiyle bir öğretmen arasındaki çatışmayı anlatan Skerrett’tan (1932) sonra, 1840’larda İrlanda’da yaşanan kıtlığın öyküsünü yoksul Kilmartin ailesinin üç kuşağı üstünden irdeleyen Kıtlık’ı (1937) yayımladı. Belki de İngilizlerin boyunduruğu altındaki İrlanda’nın tarihinde yaşanmış en korkunç yıkım olan Büyük Kıtlık’ı halkın kimlik ve bağımsızlık savaşımını göz ardı etmeden bireyler üstündeki derin etkileriyle yansıtan bu yapıt, O’Flaherty’nin Muhbir’le birlikte en güçlü iki romanından biridir.