Komünist Ufuk üzerine
Ufuk Akkuş 19.12.2024, Gazete Duvar
"Kapitalizmin sınırları komünizmin olanakları gerçeklikte tek bir sürecin birbirinden ayrılamaz iki yüzüdür.
Günümüzün sorunu, sınırdaki kapitalizme itiraz ve isyanın yokluğu değil, isyanların kapitalizmin sinir ve sınır merkezlerine odaklanamamasıdır. İsyanlar henüz sistemin köktenci reddi, yeni toplumun kurucu ortak düşünce ve eylemini, bilincini yeniden üretme çizgisinde ilerlemiyor."
"Komünizmi gerçek bir hareket olarak yeniden üretmek için, ideoloji ve siyaseti uzlaşmaz sınıf karşıtlığı üzerinden, devrimci özneyi toplumsal hareket ve oluşumların içinden inşa etmek gerekiyor."
1917 yılında Rusya’da Ekim Devrimi ile başlayan sosyalist rüzgarlar daha sonra dalga dalga yayılarak pek çok ülkede hüküm sürdü. 1991’de Sovyetler Birliği’nde başlayan çözülme süreci diğer sosyalist ülkelere de sirayet ederek kısa ömrünü tamamladı. Böylece kapitalist sistemin insanı, doğayı ve aklı yıkan egemenliği daha da pekişerek sürdü. Ancak, insanın eşitlik, özgürlük ve sosyalizm mücadelesi sona ermedi ve bu rezil düzen yıkılıncaya kadar da sona ermeyecek. Reel sosyalizmin çözülüşüne ilişkin henüz yeterli, detaylı ve tatminkar değerlendirmeler yapılamamış olsa da, sistemin yeniden kuruluşunda nelerin yapılıp nelerin yapılmayacağına dair önemli deneyimler birikmiştir. Toplumsal öznenin kapitalist gelişmenin ulaştığı sosyal ve teknolojik düzey ile toplumsal yaşamda yer alan değişikliklerin hedeflenen sisteme uyarlanması doğrultusunda fikir ve eylem geliştirme çabaları sürmektedir.
Haluk Yurtsever, “Komünist Ufuk” adlı kitabında bu yöndeki çabalara ilişkin detaylı, çarpıcı ve yeni argumanlar öne sürüyor. Yurtsever, Marksist literatür ve pratik örneklerden yola çıkarak devrim, siyaset, toplumsal özne, program, strateji ve komünizmin olanakları konularında önemli değerlendirmelerde bulunuyor. Kitabın son bölümündeki “Türkiye 1923-2023” bölümünde ise oluşturduğu teorik yapı doğrultusunda Türkiye siyaseti üzerine analiz geliştiriyor.
Haluk Yurtsever “Komünist Ufuk” kitabının daha önce yazdığı “Uygarlık Dönemeci” kitabının devamı olduğunu söyler. Onun deyimiyle “Uygarlık Dönemeci” daha çok kapitalizmin teorik ve tarihsel sınırları üzerineydi. “Komünist Ufuk” ise yeni bir uygarlığın bugünkü toplumda oluşmakta olan maddi ön koşullarına, olanaklarına yoğunlaşmıştır. Kitap beş ana bölümden oluşmaktadır: Devrim, Özne, Komünizmin Olanakları, Siyaset ve Türkiye (1923-2023). İçinde önemli soru ve sorunların, detaylı analizlerin, tezlerin yer aldığı böylesine hacimli bir kitabın değerlendirilmesi bu mecranın sınırlarını aşacağından öne çıkaracağım belli başlı konu ve sorunlar etrafında bir değinide bulunacağım.
Yurtsever’e göre; varlık nedenini komünizme referansla tanımlamayan, dünya devrimi hedefini odağına koymayan, tüm olanaklarıyla komünist toplumu, yeni insanı kurmaya teşebbüs etmeyen, geçiş dönemini içinde uzun zaman yaşanacak bir toplum/üretim biçimi olarak amaçlaştıran bir siyaset tarzıyla geçiş toplumundan komünist topluma ilerlemek olanaklı değildir.
Reel sosyalizmin çözülüşünü çetin nesnellik ve Rus Devriminin gelişmiş ülkelerdeki devrimlerle tamamlanmaması gibi iki temel nedende toplayan Yurtsever, üretici güçlerin komünist topluma geçişi olanaklı kılacak düzeye yükseltilememesine vurgu yapar. Ancak, üretici güçlerin bunu nasıl ve hangi yollarla olanaklı kılabileceği konusunda yorumlara girmez. Yurtsever’e göre; Sovyet deneyiminin başarısızlıkla sonuçlanmasına etki eden bir başka temel sonuç da hızlı, yukarıdan aşağıya, kıran kırana iç erk savaşları eşliğinde yerine getirilen sanayileşme ve kolektifleştirme atılımlarının proletaryanın devlet yönetimine katılım kanallarını daraltması, komünist insanı yaratmak ve komünist kültürleşme için gerekli zaman ve emek yoğunlaşmasını ikinci plana itmesidir. 1930’larda devrimi yapan önderlerin çok önemli bir bölümü tasfiye edilmiş, bunların yerine gücünü devlet ve parti aygıtındaki konumlarından alan “aygıt insanları” aparatçıklar geçmişti. Tasfiyelerin siyasal olmakla kalmayıp fiziksel yok etme biçiminde gerçekleşmesi parti içinde korku ve itaat güdülerini kamçılamış, parti organlarının yukarıdan aşağıya çift dinli, siyasal kişiliği silik insanlarla dolmasına yol açmıştı.
Yurtsever’in bu argumanlarını büyük ölçüde haklı bulmakla birlikte, Sovyetler Birliği’nin o dönemdeki koşullarının dikkate alınmasının, içerde ve dışarıda antikomünist eğilimlerin gelişerek karşı devrimci bir sürece yol açma ihtimalinin göz önünde bulundurulmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca aygıt insanları konumunun 1930’larda değil, Hruşov döneminden sonra hız kazandığını söyleyebilirim. Çetin nesnellik meselesinde de yönetim anlayışından ziyade o dönem (Stalin dönemi) en büyük emperyalist ülke olan ABD’ye “yetişmek ve geçmek” şeklindeki Sovyet politikasının temel ilke olarak belirlenmesinden kaynaklandığını düşünüyorum.
Yurtsever’in değinisiyle; Partideki deformasyonun sonraki gelişmeleri ve çözülmeyi hazırlayan en önemli sonucu ve göstergesi partinin ideolojik canlılığını, eleştiri, özeleştiri gücünü, komünizme yürüyüşün öncüsü olma misyonunu adım adım yitirmesi, parti gövdesinin atıllaşıp donuklaşmasıdır. Evet ideolojik canlılık ve öncülük misyonu zayıflamıştır ancak, Yurtsever’in bu konudaki çözüm önerileri soyut düzeyde ve muğlak kalmaktadır. Yurtsever’e göre; “Komünizmi gerçek bir hareket olarak yeniden üretmek için ideoloji ve siyaseti uzlaşmaz sınıf karşıtlığı üzerinden, devrimci özneyi toplumsal hareketlerin ve oluşumların içinde inşa etmek gerekiyor.” Ancak bu inşa süreci hangi kanallarla ve hangi programla nasıl gerçekleşecek? Evet, burada Yurtsever, vurguyu ütopyaya ve programa yapıyor ama bunların içinin doldurulmasına ve izlenecek yöntemlerin tartışılmasına yeterince girmiyor.
Komünizmin Olanakları bölümünde; komünizmi olanaklı kılan maddi ön koşullar Marx’ın değişik eserlerinden atıflarla net bir şekilde ortaya konuluyor. Bu ön koşullar kapitalizmin temel çelişkisi olan üretimin toplumsal karakteri ile sonuçlarına el koymanın özel kapitalist niteliği arasındaki çelişki üzerinden yükselir. Artık değere üretim araçları sahipliği ve toplumsal gücü sayesinde el koyan kapitalistlerin denetimindeki bu gücün geri alınması onların mülksüzleştirilmelerine bağlıdır. Marx’a göre; kapitalist üretimin en ileri derecedeki gelişmesinin sonucu, sermayenin üreticilerin mülkü haline gelmesi yönündeki zorunlu bir geçiş noktasıdır.
Yurtsever, burada aradan bu kadar yıl geçmesine rağmen zorunlu geçiş noktasına neden gelemediğimiz sorusunu sorar. Sebepleri konusunda ise rekabet, kredi ve borçlandırmaya işaret eder. İlgili literatürde ağırlıklı olarak emek-sermaye çelişkisi işlenirken sermaye-sermaye çelişkisine yeterince önem verilmemiştir. Sermayenin iç savaşının hem bu konu bağlamında hem de emek-sermaye çelişkisine katkıları açısından da araştırılması gereken konuların başında geldiğinden bahsedebiliriz. İkinci neden olarak gösterilen kredi mekanizması sadece sermaye sahiplerinin birikimini sürdürmek için ve reel ekonomideki tıkanmayı önlemek için bir araç olarak sunuluyor. Büyümek için gerek bakir ülkelere, yeni alanlara (özelleştirme vb) girmek gerekse de üretim dışı alanlara yönelmek sermaye birikimi mekanizmasının işleyişi için kullanılan araçlardır. Dolayısıyla sermayenin kârının üretimden mi üretim dışı finans hareketlerinden mi sağlandığı Marksistlerin meselesi olmamalı diye düşünüyorum. Borçlandırma konusunun sermayenin zorunlu ihtiyaçları için kullanılmasından ziyade tüketicilerin (emekçi sınıfların) borçlandırılarak sistemin hem ekonomik hem de ideolojik üretiminin sağlanmasındaki rolüne odaklanmakta yarar görüyorum.
İşçi sınıfı hareketinin başarıya ulaşması için siyasi öznenin ve devrimci bağımsızlığın önemine vurgu yapan Yurtsever, yerinde bir saptama ile siyasi özne olma koşulunun örgütlenmeden geçtiğini belirtir. Örgütlenmenin ise bu eşitsiz dünyada temsil, işbölümü, hiyerarşi düzenekleri oluşturmak anlamına geldiğini belirterek, komünist özgürlüğün tam bu noktada varoluşsal bir çelişki hatta ikilem taşıdığını öne sürer. Bu durumu aşmanın yollarından başlıcalarının ise “ideolojik felsefi derinleşme” ile “kültürleşme” olduğunu söyler. Tam burada bütün yapılar için kritik önemde olan kadroların nicelik ve nitelik yönden geliştirilmesi ile demokratik merkeziyetçiliği gerçek anlamıyla hayata geçirme hedefleri kalkış noktaları olarak akla gelmektedir.
Toplumsal özne üzerine kırk beş saptama ve tez geliştiren Yurtsever, tezlerinin birinde kültürleşmenin üzerinde durur. Devrim ve geçiş süreçlerinde kültür mücadelesinin mantığını anlamak için bu kavrama başvurur. Kültürleşme, devrimci karşı siyasetin gündelik hayat içinde alışkanlıklar düzeyinde yeniden üretilmesi olarak tanımlanıyor. Toplumsal proletaryanın iktidar ve kurtuluş mücadelesinde kendi örgütlerinde ( sendika, parti, devlet) ve pratiğinde özneleşerek en başta ve öncelikli olarak buralardaki yabancılaşmayı kırması, bu doğrultuda ideolojik, pratik, kültürel dönüşümler gerçekleştirmesi gerektiği vurgulanıyor.
Yurtsever’in anlatımıyla; devrimci komünist siyaset ve örgütlenmenin varoluş ve kalkış ilkesi sömürü ve baskının olmadığı bir toplum kurmaktır. Bu amaçla yola çıkanlar, bugünkü mücadele ve örgütlenmelerinde amaçladıkları toplumsal ilişkilerin tohumlarını serpmek, işleyip geliştirmek, içlerine ve dışlarına orada başka türlü yaşandığı iletisini vermek durumundadır. Yurtsever burada, bir grup insanın kendileri gibi insanlarla ütopya adacıklarına sığınmalarını kastetmediğinin altını çiziyor. Kastedilen var olan komünal/komünizan filizleri belli bir kitlesellik düzeyinde özgürleştirip geliştirecek devrimci pratiklerdir. Böyle bir iddianın gerçekliğini kanıtlamanın yolu, henüz amacın kendisi olmayan, prototipini, ön taslağını somutta gösterebilmektir. Yurtsever bunu kültürleşme mücadelesinde “örneğin gücüyle yol almak” diye adlandırıyor. Örneğin gücü ve kültürleşme mücadelesine 2013 yılında Gezi direnişiyle başlayan ve tüm Türkiye’yi saran haziran ayaklanmasını örnek gösteriyor: O on beş gün; Para-meta-mübadele ilişkilerinin yerine büyük bir gönüllülük ve dayanışma örneği, çevreye duyarlı, birbirine saygılı, dayanışmacı ve komünal bir deneyim yaşanmıştı. Yıurtsever’in Türkiye solunun bu görkemli eylemin verdiği iletiyi içselleştirmediği eleştirisini isabetli bulmakla birlikte, Gezinin önemli bir deneyim, umut ve cesaret örneği olduğuna ve kısa sürede Türkiye sosyalist hareketinin en önemli figürü haline gelen Türkiye İşçi Partisi’nin büyük ölçüde Gezi direnişinden doğduğuna dikkat çekmek isterim.
Kitabın son bölümü olan Türkiye’nin 1923-2023 dönemine ilişkin siyasi değerlendirmeleri ise başka bir yazıda kapsamlı biçimde ele almayı düşündüğümden şimdilik geçiyorum.
Komünist gerçekliğin teori ve pratiğini tarihsel süreç içinde ele alan, komünist devrimin olanakları, devrimci mücadele, siyaset, program, taktik, strateji sorunları, mücadelede toplumsal özne ve öncülüğün rolü ile Türkiye’nin 1923-2023 dönemine ilişkin siyasi değerlendirmelerini Marksist bakış açısıyla analiz eden ve önemli tezler ortaya atan Haluk Yurtsever’in bu derinlikli ve hacimli çalışmasının sol/sosyalist kamuoyunda gerekli yankıya yol açmasını ve tartışılmasını diliyorum.
Haluk Yurtsever, Komünist Ufuk, Yordam Kitap, Eylül 2023, 560 sayfa.