Fransa’nın merkez-batı bölgesinde yer alan Tours kentinde dünyaya gelen Balzac, orta halli, taşralı bir ailedendi. Babası noter kâtipliğinde ve kamu görevlerinde bulunmuştu. Sekiz yaşında koleje başlayan Honoré, haşarı bir çocuktu. Derslerine de iyi çalışmazdı. Bu okulda altı yıl yatılı okudu. On dört yaşında iken, yatılılık yaşamına dayanamadı, zayıfladı ve güçten düştü. Bunun üzerine, gündüzlü olarak Tours Lisesi’ne verildi.
Balzac, on beş yaşına gelince, babası evini Paris’e taşıdı. Orta öğrenimini burada güçlükle bitirebilen Honoré, üç yıl sonra da hukuk fakültesinden diploma aldı.
Babası, ona kendisi gibi bir noter kâtipliği buldu. Bu işte iki yıl kalan genç adam, daha sonra şair olmak istediğini söyleyerek işinden ayrıldı. Evden de ayrılıp, bir tavan arasına yerleşti. Burada geçen sıkıntılı yaşamın başlarında, on iki hecelik şiir biçiminde bir tiyatro oyunu yazdı. Bu oyunla başarı sağlayamadı. Ama Balzac, ünlü bir yazar olmayı bir kez kafasına koymuştu. Noter kâtipliğinde çeşitli konumlardaki insanlar hakkında edindiği bilgilerle yetinmiyor, sokak sokak dolaşarak çeşit çeşit insanlar tanımaya çalışıyor, işçilerin arasına karışarak onların konuşmalarını, alışkanlıklarını öğreniyordu. İşte Balzac’ın romanlarıyla gerçekçi (realizm) edebiyatın en özgün ürünlerini yaratmasında, onun bu gözlemlerinin büyük etkisi olmuştur.
Bu arada, büyük bir tutkuyla kitap okuyordu. Onun gönül ilişkilerinin başlangıcı da bu evreye rastlar. İlk sevgilisi, kendinden büyük, kırk üç yaşındaki Mme de Berny adlı evli bir kadındır. Bunun ardından, çoğu aristokrat ve hemen hepsi de kendinden daha yaşlı kadınlarla ilişkilerini sürdürdü. Romanlarında, övgüyle yer verdiği soylu kadın tiplerinin örnekleriydi bu kadınlar. Bu yıllarda politikayla da ilgilenen Balzac, aşırı kralcı bir eğilim sergiledi. Koyu Katolikliği ile birleşen bu eğilimiyle Balzac, katı bir tutucu olmuştur. Ne var ki, büyük sanatçı gücü onu, bu kişisel eğiliminin etkisinden koruyarak gerçekçi bir edebiyat yolunda ilerlemesini sağlamıştır.
Yine aşağı yukarı bu yıllarda kendini ticaret yaşamına verdi. Kitapçılık yaptı, sonra basımevi kurdu. Ama bu işlerde herhangi bir başarı sağlayamayarak iflas etti. Bu arada, iş hayatına egemen olan para babalarının dalaverelerini, sömürü yöntemlerini de yakından tanıma olanağı buldu. Paradan başka değer tanımayan burjuvazinin destekçiliğini yapan hukuk sisteminin içyüzünü öğrendi. İşte, romanlarının büyük bir bölümünü kucaklayan “İnsanlık Komedisi” dizisinin dayandığı bilgileri de bu deneylerden edinmişti Balzac.
İlk ününü, Les Chouans (Köylü İsyanı) ve Evliliğin Fizyolojisi adlı kitaplarıyla kazandı. Daha sonra ölümüne kadar, birbirleriyle başarıda yarış eden tam 90 yapıt yarattı. Balzac’ın sanat yaşamı çetin bir yarışmayla geçti: Günde en az on iki saat çalışırdı. Birçok çalkantılar, üzüntülü ve coşkun sevinçler ve heyecanlarla geçen yaşamı, uzun yıllar ilişkide bulunduğu Polonyalı Kontes Hanska ile evlendikten iki ay sonra 1850’de sona erdi.
XIX. yüzyıl gerçekçilik akımında Balzac
Fransa’da XVIII. yüzyılda başlayan pozitif bilimsel düşünce, XIX. yüzyılda daha da yoğunlaşarak gelişti. Devrimden sonra tarih sahnesine egemen olan burjuvazi, birbiri ardınca gelen bütün siyasal rejimlerde (Cumhuriyet, Napoléon İmparatorluğu, Restorasyon) topluma yön veren egemen sınıf olmayı hep sürdürdü. Ekonomik çıkarları akla ve deneye dayanmayı gerektiren burjuvazi, bilimde olduğu kadar güzel sanatlarda da bu anlayışı temel ilke haline getirmiştir.
Bu yüzyılın edebiyatında da gerçekçilik bu temel ilkelerden yola çıkmıştı. On dokuzuncu yüzyılın Fransız edebiyatına (özellikle roman ve öyküde) damgasını vuran gerçekçi okulun en güçlü adları Stendhal, Gustave Flaubert, Prosper Mérimée, Jules ve Edmond Goncourt, Émile Zola ve Balzac’tır. Bunların hepsi genel eğilimleri ile gerçekçi (realist) idiyseler de, her biri ruhsal yapıları, aile kökenleri ve toplumsal konumlarının etkisiyle birbirinden ayrı ürünler vermişlerdir.