Her yaştan okurun, her yaşında okuyabileceği bir eser: Savaş ve Barış
Ali C. TOPRAK
ItaloCalvino, Klasikleri Neden Okumalıyız? adlı denemesinde klasik yapıtları şöyle (de) tanımlar:
“Klasikler, gerek unutulmazlıklarıyla varlıklarını duyurduklarında, gerek kolektif ya da bireysel bilinçdışı kılığına bürünüp belleğin katmanları arasında gizlendiklerinde, özel bir etki gösteren kitaplardır.”
Tanımdaki, unutulmazlık, benliğin parçalarından biri olma, özel bir etki gösterme unsurlarını içeren bir eser yaratmanın, her yazarın hayal ettiği bir mertebe olduğunu söylemek, bilmem yanlış olur mu? Herkes bunu istemiş, bunun için çabalamışken, nasıl oluyor da unutuş nehrinin billur suları bazı eserleri boğuyor da bazılarını ıslatmaya bile yetmiyor? Yazıldıkları dönemde büyük ses getirmesine rağmen birkaç yıl, birkaç on yıl sonra adı anılmaz oluyor da kiminin; kiminin sesi yüz yılları aşıp geliyor.
Cevaprüzgârda, cevap Savaş ve Barış’ı neden okumalıyız sorusunda…
Savaş ve Barış, kendisinden önceki hiçbir yapıta benzemeyen, çığır açıcı, bir anlamda devrimci bir eser. Edebiyatın sınırlarını sözcükler ve bu sözcüklerin arkasındaki yazarlık dehasıyla aşmayı başarmış bir eser.
Bir yanıyla edebiyat dışı, tarihsel bir anlatı. Tolstoy burada,1805 ve 1812 savaşlarının izini, Rus ve Fransız tarihçilerin basılmış tüm eserleriyle olduğu kadar, o dönemi yaşamış kişilerin mektup ya da anılarıyla da sürmüş; savaş meydanlarını karış karış gezerek krokiler çizmiş, döneme ait yüzlerce efemera toplamış ve 19. yüzyılı tüm gerçekliğiyle diriltmeyi başarmış bir yazar olarak çıkıyor karşımıza.
Ancak diğer yandan doğa tasvirleri, ayrıntıları ifade etme gücü, şiirselliği, ince duyuşu ile has edebiyatın iyi bir örneği olarak, fevkalade edebî bir eser duruyor önümüzde. Tolstoy, dâhi bir yazar, büyük bir gözlemci olarak farklı sınıflardan, farklı yaş gruplarından, hatta farklı cinsiyetlerdeki karakterleri ustaca biçimlendiriyor ve onlarla duygudaşlık kurmamıza yetecek kadar yanlarına sokulmamıza izin veriyor.
Öte yandan Savaş ve Barış, derinlikli bir felsefi anlatı. Gerek karakterler üzerinden aşkı (Nataşa), kahramanlığı (Petya), yaşamın anlamını (Piyer, Andrey), fedakârlığı (Sonya, Mariya) tartışıyor, gerek tüm bunlardan öteye geçip tarihsel olaylara nelerin ya da kimlerin yön verdiği sorusuna cevap arıyor.
Tolstoy Savaş ve Barış’ı yazmadan önce dünya edebiyatında böylesine çok katmanlı bir eser yoktu, dolayısıyla böyle bir edebî tür de yoktu. Sanatın kural kadar sınır da tanımadığının bilincinde olan Tolstoy bu konuda şöyle diyor: “Bana kalırsa her büyük sanatçı, kendi kalıplarını da yaratmak zorundadır. Nasıl ki sanat eserlerinin özü alabildiğine çeşitli olabiliyorsa, bunların kalıpları da alabildiğine çeşitli olabilir.”
Yukarıdakilere bakarak Savaş ve Barış’ı, Tolstoy’un dehasına hürmeten okumamız gerektiği gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Çünkü Savaş ve Barış, bundan fazlasıdır.
Dünyada her yıl binlerce yeni eser basıldığını, bu güzel ve yalnız ülkemizde dahi, bir insanın–tüm zamanını okumaya ayırsa bile– yeni çıkanlara yetişemeyeceğini düşünürsek; iyi, nitelikli eserlere ulaşmak zorunda olduğumuzu, ‘sürpriz at’lara harcayacak vaktimizin olmadığını görürüz. Savaş ve Barış, hem türler arası, türler üstü bir kitap olması nedeniyle, hem de okurun bir kitaptan beklediği temel hazzı fazlasıyla karşılamasından ötürü ‘pratik’ bir seçim olanağı sunuyor. Her yaştan okurun, her yaşında okuyabileceği bir eser, demek abartı olmaz.
Calvino’yu hatırlayarak, Savaş ve Barış’ın unutulmazlık, benliğin parçalarından biri olma, özel bir etki yaratma unsurlarının hepsine haiz olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Savaş ve Barış, bitmeyen, okuduktan sonra hep sizinle yaşamaya devam edecek, özel kitaplardan biri. Derinliği içinize, güzelliği ruhunuza işleyecek, sevmelere önermelere doyamayacağınız bir başyapıt.
Yordam Edebiyat Savaş ve Barış’ı yayımladığında muhtemelen en çok ‘neden’ sorusuyla karşılaşacaktır. Dilimize 1938’den beri çevrilen, bugün birçok yayınevinin standını süsleyen, yıllardır sinema, opera, tiyatro gibi farklı sanat dallarına uyarlanan, ödev sitelerinde dahi ‘özeti’ bulunan, okumayanların bile, rol kestiği demeyelim de, hakkında fikir sahibi olduğu bir kitabı yeniden basmak, hem de İngilizce çeviriden basmak, ilk bakışta delilik gibi görünüyor çünkü.
Burada durup sizi bir hayale davet etmek istiyorum: İki okurun hayaline. Okurlardan biri, çeviri bir eseri, tek başına okuyor. Eserin dehlizlerinde yürürken, elinde sözcüklerden başka bir şey yok. Çeviriyi değerlendirebilecek yetkinlikte değil, bu yüzden çevirmene, redaktöre, yayınevine güvenmek zorunda. Okur, ıslak duvarlara tutunarak yürüyor.
Diğer okur, iyi olduğu tescillenmiş bir çeviriyi okuyor. Dünyada en başarılı çevirilerden biri olarak kabul edilen, eleştirmenlerin övgüyle söz ettiği bir metin var elinde. Dahası, o dehlizlerde, bizzat yazar tutuyor elinden. Aya doğru kanat çırpmak isteyen bir kahramanın, bizzat yazarın anısı olduğunu öğreniyor örneğin. ‘Uçuş’ sonrası bir ay yatağa mahkûm kaldığını öğrenince gülümsüyor. Yazarın, sözgelimi Napolyon’u Kremlin Sarayı’na bakarken tasvir edişinde, kastının ne olduğunu anlayabiliyor. Hangi karakteri annesinden ilham alarak, hangi duyguyu abisinin ölümünden sonra deneyimleyerek eserine yansıttığını biliyor. Türkçeye çeviren farklı mı, duayen olarak görülen biri. Yayınevi desen pek ‘ciddi’. Nitelikten başka derdi yok. Okur, elinde meşaleyle, güvenle yürüyor.
Yordam Edebiyat’ınSavaş ve Barış’ı Louise-AylmerMaude çevirisiyle tekrar basması, edebiyata katkıdan başka bir şey değil. Delilikse de, böyle bir delilik.
Bir bu kadar önemli bir katkıyı da okuruna yapıyor Yordam Edebiyat. 2048 sayfalık bir eseri çok çok iki cilt halinde basabilecek ve diğer yayınevleri gibi maliyeti düşürebilecekken, o, okurunu düşünüyor ve kitabı 4 cilt basıyor. Okurun yanında kolayca taşıyabileceği, kolunu ağrıtmadan tutup okuyabileceği, ‘insani’ ebatlarda olmasını önemsiyor bastığı kitabın. Okurunu yayınevi kârından değerli gördüğünü, en somut haliyle gösteriyor. Ne diyelim, örnek olsun.
Tam zamanında geldi Savaş ve Barış. Okuru bol olsun.