Asıl adı Mary Ann Evans olan, yakınlarının Marian dedikleri George Eliot, 19. yüzyıl İngiliz edebiyatının en büyük yazarlarındandır. 1819 ile 1880 yılları arasında, Kraliçe Victoria’nın saltanatı ile sembolize edilen dönemde yaşamış ve çağının toplumsal önyargılarını aşabilmek için romanlarını erkek mahlasıyla imzalamıştır. Eliot’ın romanları, sıradan taşra hayatının dünyevi ayrıntılarında çok fazla değer ve güzellik bulunabileceği inancını ortaya koyar. Bununla birlikte küçük kasabalara özgü dar görüşlü, dışlayıcı tutumların eleştirisini yapmayı da ihmal etmez. Çizdiği portrelerin ve ele aldığı meselelerin derinliği birçok kuşaktan okuyucuyu etkilemiş ve romanları günümüze dek beğeniyle okunmuştur.
George Eliot romanlarında anlattığı İngiliz kırsalını yakından tanıyordu. Babasının kâhya olarak çalıştığı geniş bir mülkte büyüdü. Okumaya, öğrenmeye meraklı, çok zeki bir çocuktu. On altı yaşına dek dinsel eğitime ağırlık veren kız okullarında okudu; annesinin ölümüyle okulu terk ederek evin işlerini çekip çevirmek zorunda kaldı. Bir yandan da bilimden felsefeye, eline ne geçerse okuyordu. Yirmi bir yaşındayken babasıyla birlikte kırsal bölgeden uzaklaşıp Coventry kentine yerleşmesi hayatını tamamen değiştirdi. Burada dost olduğu bir aile sayesinde kültürel ufkunu genişleten aydın bir çevreye dâhil oldu, onlarla seyahate çıktı. Fransa’yı, İtalya’yı, İsviçre’yi gezdi.
Viktorya Çağı’nda, yalnız kadınlar arasında değil, erkekler arasında da George Eliot kadar bilgili çok az insan olduğu söylenir. Latince, Yunanca, İbranice, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca okuduklarını anlıyordu. Edebiyattan tarihe, matematikten kimyaya dek uzanan ilgi alanı son derece genişti. Sekiz ay kaldığı Cenevre’de deneysel fizik derslerini izlemişti örneğin. George Eliot yazarlık kariyerine felsefe çevirileri yaparak ve makaleler yazarak başladı. Kendi dinî inancını sorguladığı sırada okumuş olduğu filozofların çığır açan eserlerini Almancadan İngilizceye çevirdi. Hazreti İsa’yı tanrısal bir varlık olarak değil de, tarihsel bir kişi olarak ele alan David F. Strauss ile tarihsel materyalizmin gelişmesinde etkili olan Ludwig Feuerbach çevirileri, sırasıyla 1846 ve 1854 yıllarında yayımlandı. Latinceden yaptığı Spinoza çevirisinin ise basıldığını göremedi ne yazık ki…
George Eliot kalemiyle geçinen, bir dergide çalışarak editörlüğü meslek edinmiş öncü kadınlardan biriydi. Babasının ölümünden sonra Londra’ya yerleşti ve 1851’de yani otuz iki yaşındayken saygın Westminster Review dergisinin yardımcı yönetmenliğini iki yıl boyunca üstlendi. Eliot, çağının belli başlı romancılarından farklı olarak, geç sayılabilecek bir yaşta kurmaca eserler vermeye başlamıştır. İlk önemli romanı Adam Bede 1859’da yayımlandığında kırk yaşındaydı. Köy yaşantısını gerçekçi bir estetikle tasvir eden bu romanın kazandığı başarı, George Eliot takma adını kullanan yazarın kimliğine dair yoğun bir merak uyandırdı.
Gördüğü ilgi Eliot’ı gerçek kimliğini kamuoyuna açıklamaya ve hızla yeni romanlar yazmaya teşvik etti. İlk bölümleri otobiyografik bir nitelik taşıyan The Mill on the Floss 1860’ta; tüm eleştirmenlerin övdüğü Silas Marner 1861’de yayımlandı. Rönesans döneminde geçen bir sonraki kurmacası Romola (1863) için Floransa’da uzun boylu araştırmalar yaptı. Ne var ki bu romanı diğerleri kadar popüler olamadı. George Eliot son büyük romanı sayılan ve yine İngiliz taşrasında geçen Middlemarch’ı 1871’de tamamlamıştır. Geride şiirler, denemeler, öyküler de bırakarak 22 Aralık 1880’de Londra’da öldü ve Highgate Mezarlığı’na, hayat arkadaşı George Henry Lewes’in yanına defnedildi.