"Gençlerle Baş Başa" Dizimiz İleri Kitap'ta
ileri Haber - Doğan Ergün
Metin Çulhaoğlu ile ‘Gençlerle Baş Başa: Sosyalizm’ kitabı hakkında: Yetişkinler de okusun!
Türkiye’nin en önemli Marksistlerinden Metin Çulhaoğlu, üniversiteye yeni başlayan Taylan’a sosyalizmi anlatırsa ortaya nasıl bir şey çıkar?
Sorunun yanıtını bulmak için, Yordam Kitap’ın “Gençlerle Baş Başa” serisinin “Sosyalizm” başlıklı kitabını almanız gerekiyor.
John Lennon’ın Imagine’inden, Yahya Kemal’e, çeyiz işlerinde tarafların sorumluluklarından anarşist Egesu’yu etkileme yöntemlerine uzanan bir sohbet bu. Ama emin olun sosyalizmle birlikte anılan hemen tüm önemli kavramları da görmüş, anlamış oluyoruz bu kitapla…
Metin Çulhaoğlu ile yeni yayımlanan kitap hakkında bir sohbet yaptık.
Türkiye’de daha önce örneklerine farklı şekillerde rastladığımız ama uzun süredir pek girişilmeyen bir dizi başlatmış Yordam Kitap. Kitabın hikâyesini sizin tarafınızdan dinleyebilir miyiz?
Kitabın hikâyesi, benim tarafımdan şöyle: Yordam Kitap’tan Hayri (Erdoğan) aradı, yeni bir dizi başlatmayı düşündüklerini söyledi, aynı dizideki başka kitaplardan ve yazarlarından söz ettikten sonra dizinin “Sosyalizm” başlığını taşıyan kitapçığını hazırlayıp hazırlayamayacağımı sordu, ben de teşekkür ettim ve memnuniyetle kabul ettim.
Kitapçığın, bir sohbetteki soru-yanıt tarzında düşünüldüğü söylendi. Dizideki diğer kitapçıklar da böyle olacaktı. Bu tarzla ilgili kendi yaklaşımım ve neler düşündüğüm kitapçığın giriş bölümünde zaten anlatıldığından daha fazla söze gerek yoktur sanırım.
Sosyalizm, hayatın içinde yaşayan, toplumu taraflara bölen hatta sosyalistlerin de taraflara ayrıldığı birçok yön barındırıyor. Bu sohbet kitabından bu tartışmalı noktalar sizi zorladı mı?
Hiç zorlamadı desem yalan olur. Hem sosyalizme merakı çok yeni olan bir gence anlatacaksın, hem az çok dişe dokunur konulara değinmeye çalışacaksın, hem de kendin gibi sosyalist olan başkalarını durup dururken sinirlendirecek şeyler söylemekten elinden geldiğince kaçınacaksın…
Zor da olsa bunu aşabildiğimi düşünüyorum. Öbür türlüsü zaten saçma olurdu. Düşünebiliyor musunuz? İki yüzyıldan uzun tarihi olan sosyalizm diye bir şey var ve bugün siz bunu anlatmaya kalktığınızda mutlaka birilerini kızdırıyorsunuz ya da damarına basıyorsunuz… Bunun saçmalığını fark edince, yani sosyalizmin ona buna bulaşmadan da anlatılabileceğini idrak edince bu güçlüğü de aşıyorsunuz.
Belki bir çelişki göreceksiniz, diyeceksiniz ki, “Hem bu kadar basit bir mesele hem de aşılmasında zorlanılıyor.” Doğru, ama hepimiz öyle yetiştik; biz bir yana bugün başka ülkelerde de “yeni başlayanlara” sosyalizmi anlatan kitaplarda mutlaka birilerini “reddedici”, bir şeyleri karalayıcı bir yan bulursunuz.
İsterseniz daha basit söyleyeyim: Bir düşünceyi, bir akımı, bir hareketi başkasına anlatırken söylediklerinizin yarısı o akımı yanlış anlayanlar, ihanet edenler, başka saflara geçenlerle ilgiliyse, dinleyen de söylediklerinize şüpheyle yaklaşacaktır.
Ben kendi adıma bunlar olmadan da yapılabileceğini düşündüm ve öyle yapmaya çalıştım.
'GENÇLERİN İLGİSİNDE NİTEL DEĞİŞİM VAR'
Gençlerin sosyalizme ilgisini, geçmiş dönemlere kıyasla nasıl görüyorsunuz? Yeni neslin sosyalizmle ilişkisini daha sağlıklı şekilde kurmak nasıl mümkün olabilir?
Gençlerin sosyalizme olan ilgisinin geçmiş dönemlere göre “daha az” değil “daha farklı” olduğunu düşünüyorum. Yani konunun ya da sorunun nitel yanı nicel yanından daha önemli gibi geliyor bana. Başka türlü söylersek sorun “geçmiş dönemlerde 100 gençten 40’ı sosyalizme ilgi duyarken bugün ancak 10’u duyuyor”, değil. Belki gene 40 genç ilgi duyuyor, ama ilgi duyduklarını ya göstermiyorlar ya da siz çıkaramıyorsunuz. Bu nedenle sorunun “nitel” yanının daha önemli olduğunu söylüyorum.
O zaman bu nitel yan nedir, onu söylemeye çalışayım.
Bugün, ülkede güçlü bir sosyalist hareket olmayışından eğitim sistemindeki bozulmaya, bireyciliği pompalayan günümüz kültüründen yarın iş bulma derdine kadar gençleri etkileyen pek çok faktörden söz edebiliriz. İşte, bence 100 gençten 40’ı sosyalizme bugün de ilgi duyuyor olsa bile bütün bu faktörler 30’unu “uzakta”, “mesafeli”, “seyirci” ya da en iyisi “sempatizan” konumuna zorluyor.
“Örgütlenme” konusuna gelince; bana göre, yalnızca günümüzdeki 20 yaş civarı kuşak açısından değil 12 Eylül sonrası kuşağın tamamı için geçerli sayılabilecek nitel farklılık şu: Örgüte ve örgütlülüğe, ben oraya ne verebilirim, ne katabilirim diye değil, orası bana ne katabilir, beni rahat ettirir mi, özel duyarlılıklarımın karşılığını verebilir mi diye bakılıyor…
Bütün bunlar nasıl aşılır diye sorarsanız siyasal özneler tarafından bugünden yarına yapılabilecek şeyler elbette vardır; ama bence köklü çözüm, ülkede sosyalizmin o mahut eşiği, “marjinallik” eşiğini aşmasıdır.
'UMUT ARTTI, ALTERNATİF ARANIYOR...'
Yine bağlantılı olarak, mevcut sisteme karşı özellikle gençler arasında öfkenin biriktiği bence açık ancak sosyalizmin gerçekçiliğine ilişkin şüphe yaygın mı sizce de? Bu sorun nasıl aşılabilir?
Ben burada bir sorundan ziyade bir açı görüyorum ve doğal karşılıyorum. Yani “düzene/sisteme karşı öfke” ile sosyalizmi bir “alternatif” olarak görüp benimseme arasında her zaman bir açı olagelmiştir. Dahası, ister gençlerde ister toplumun genelinde olsun sisteme karşı duyulan öfkenin firesiz biçimde, olduğu gibi bilinçli bir sosyalizm tercihine dönüşmesini beklememek gerekir. Eğer “devrim” adı verilen olgudan söz ediyorsak, dün olduğu gibi yarın da bu devrimin, bir, ne istediğini az çok bilen öncüleri, bir de sisteme karşı birikmiş öfkeleri nedeniyle bu öncülerin istediklerine itiraz etmeyen, direnmeyen “katılımcıları” olacaktır.
Sosyalizm “gerçekçi” mi değil mi?
Bugün böyle bir sorunun insanların kafasında örneğin 1990’lara göre daha az dolaştığı kanısındayım. 1990’larda özelleştirmeleri savunmak için “Canım devlet bakkallık mı yapar” deniyordu… İşler düşündükleri gibi gitseydi bu düşünce “Devlet doktorluk da yapmasın, öğretmenlik de” noktasına kadar gidebilirdi. Bugünse örneğin COVID-19 salgını nedeniyle neredeyse herkes sağlık hizmetlerinin ve kuruluşlarının tamamen devletleştirilmesini isteyecek…
Değilse, sağlık söz konusu olduğunda örneğin Küba’yı “gerçeklikten” ya da “gerçekçilikten” uzak bulanlar içlerine sindirdikleri gerçeklik ve gerçekçilikle yaşamaya devam etsinler…
Kitapta son otuz yıl açısından günümüzün çok daha fazla umut barındırdığını vurguluyorsunuz? Bunun nedenini öğrenebilir miyiz?
Kitapta söylediğim şuydu: 1990’dan bu yana geçen 30 yılı alırsak bu dönemin son 6-7 yılı öncesine göre daha fazla umut vaat ediyor.
Daha önce de anlatmaya çalışmıştım. Yeni çıkan kitapta ise şöyle deniyor: “(…) 1989’u izleyen yirmi yılda özneler kendilerini ağırlıklı olarak yaşanmış sosyalizm deneyimlerinin olumsuzluklarına göndermede bulunarak tanımlarlardı (…) Son dönemde ise geçmiş sosyalizm deneyimlerine göndermeler azaldı, onun yerini yaşanan kapitalizmin eşitsizliklerine, adaletsizliklerine, toplumun geniş kesimini gözden çıkaran gaddarlığına yapılan vurgular aldı.”
Çok uzatmadan, işin bir de ideolojik yanına bakarsak dün “Ancak bu olabilir, alternatif yok” söylemi baskınken bugün “Böyle olmamalı, bir alternatif olmalı” düşüncesi yaygınlaşıyor. Bu, elbette insanların böyle düşünüp sosyalizme sarılmaları anlamına gelmez, ama sosyalistlerin elinin eskisine göre rahatladığını gösterir.
Son olarak, gerçi sen sormadın ama içimde kalmasın: Dünyanın hiçbir yerinde ve tarihin hiçbir döneminde sosyalizme ilgili olup da yetişkinlerin kapağını bile kaldırmamalarını gerektirecek ölçüde gençler için ya da gençlerin yanına bile yaklaşamayacakları kadar yetişkinler için yazılmış kitap olmamıştır olamaz.
Biraz reklam gibi oldu; ama “Abi gençler için yazıldığına göre biz okumasak da olur” diyenlerle karşılaştığım için ekleme gereğini duydum.
........................................................................
ileri Haber - Zilan Yıldırım
İklim krizinin faili
İklim değişikliğinin belirtileri neler? Küresel ısınmayı durduramazsak dünyamızı nasıl bir gelecek bekliyor? Alternatif enerji kaynakları söylendiği kadar masum mu? Nükleer enerji çözüm olabilir mi? Doğal kaynaklarımız tükeniyor mu? Akarsuları, toprağı, havayı kirletmeyen ‘’temiz’’ bir sanayi mümkün mü? Biyoçeşitliliğin azalmasından endişe etmeli miyiz? Ve en önemli soru: İklim krizi ve ekolojik yıkımdan kim sorumlu?
Günümüz dünyasının en büyük problemi kapitalizm, dünyanın bir yerinde açlıkla boğuşanların başka bir yerinde para içinde yüzenlerin de elit semtlerde suç oranının az olmasına karşılık “varoş” semtlerde suç oranının çok yüksek olmasının da doğal afetlerin vereceği tahribatın önüne geçecek teknolojiyi insanlara ulaştıramamak da kapitalizmin suçu. Büyük şehirlerde nefes alamamaya başlamak da ozon tabakasına verilen zarar da verdiği zararın neye mal olacağını bilmeyen insan profilinin de yaratıcısı kapitalizm. Hatta türlerin yok oluşu ve hastalıklardan binlerce insanın ölmesine de sebep aynı. Bu yakın geçmişimizde de böyleydi, birileri dur demezse, olası geleceğimizde de böyle olacak. Neden mi başlığı ekoloji olan bir yazıya kapitalizm eleştirisi ile başlıyorum? Bu olan bitenin en büyük sorumlusu, gerçek sorumlusu olduğu için elbette.
Fikret Başkaya 1940’ta doğmuş, Ankara Üniversitesinde İktisat ve Maliye Bölümü’nden mezun olmuş, doktorasını Fransa’nın Sorbonne ve Poitiers üniversitelerinde yapmıştır. Daha sonrasında ise 1991’de yazdığı “Paradigmanın İflası” kitabından yargılanmıştır. Cezaevinden tahliye olup Türkiye ve Ortadoğu Forumu Vakfının kuruluşunda yer almıştır ve bu vakfın çatısı altında kurulan Özgür Üniversitenin halihazırda eğitimcilerindendir. “Gençlerle Baş Başa, İklim Krizi ve Ekolojik Yıkım” kitabı ise Yordam Yayınlarınca 2020’nin başlarında okura sunuldu. Eser; iklim krizinin sebep, sonuç ve krizi önleme yolunun nasıl çizileceğini materyalist bir bakış açısıyla, olabildiğince sadeleştirerek genç okuyuculara aktarıyor.
Başkaya eserin gençlere hitap etmesi dolayısıyla okuyucuyu sıkmamak için birçok teorik kitapta olduğu gibi katı üslubu ve ciddiyeti elinden geldiğince yumuşatmış ve bir öğrencisiyle yaptığı samimi diyaloğu kaleme alan bir üslup kullanmıştır. Bir genç olarak bu tarzı çok beğendiğimi ve kendimi Deniz karakterinin yerine koyarak “Evet, ben de aynı şeyi sorardım.” cümlesini sıkça kurduğumu rahatlıkla söyleyebilirim.
Kitap; artık değer kavramı ve bunun paylaşımı, metalaşma ya da kapitalist üretim tarzı gibi teorik ifadelerin anlatımına yer vermekle birlikte bunların çeşitli tarihsel pratiklerine de örnekler vererek bu tarz kavramların daha anlaşılır olmasına yardımcı oluyor. Asıl sorunun “Doğanın kendini yenileme ritmi ile kapitalizmin kendini yeniden üretme ritminin birbiriyle uyumsuzluğu” olduğunu anlatıyor ve ekolojik yıkımın çözümünün salt bir bireyin yapacağı tasarrufla mümkün olmayacağını da doğru bir şekilde aktarıyor Başkaya. Bu elbette ki gereklidir ancak dünya nüfusunun en zengin %10’unun atmosferin ısınmasından sorumlu karbon emisyonunun %50’sinden sorumlu olduğu gerçeğini de gözardı edemeyiz elbette. Medyada allanıp pullanarak önümüze koyulan “Uzun süre suyu açık bırakma, su kaynağımız kurumasın.” ya da “Arabanı şu markadan al, ozon tabakasına daha az zarar verir.” gibi önlemlerin tek başına hiçbir şey ifade etmediği anlatılmak isteniyor; en büyük su kirleticisinin akarsulara atık boşaltan sanayi devlerinin ya da ozon tabakasına en çok zarar verenin, ne kadar elzem olduğunu bildiği halde, bacasına filtre taktırmayan ağır sanayi burjuvazisinin olduğudur. Ve tabi ki çevreciyim diyerek kendilerini öven bu sanayicilere ses etmeyen devletlerin asıl sorumlu olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor Başkaya.
Kitapta ekoloji başlığı altında sorulacak birçok sorunun cevabı mümkün. Örneğin; fosil yakıtlar ya da alternatif enerji kaynakları, Kyoto Protokolü, suların yükselmesi, orman yangınlarındaki artış, türlerin yok oluşu ve doğuracağı sonuçlar ve tabi ki GDO’lu ürünler konusu tek tek ele alınıyor. Her problem etraflıca inceleniyor, sebepleri ve sonuçları örneklerle tek tek açıklanıyor, çözüm yolları tartışılıyor.
Bir diğer dikkat çeken nokta ise her ekolojiye giriş dersinde olduğu gibi okuyucuya bu alandaki belli başlı terimlerin tanımları iliştirilmiş. Ekolojik kriz veya yıkım, iklim mültecileri, Antroposen ve Kapitalosen Çağlar, küreselleşme, otonom kalkınma, mono ve polikültür yöntemi, bitki ve hayvan ıslahı konuları bunlardan yalnızca birkaçı. Başkaya, genel çerçeveyi çizerken ekolojik yıkımın hangi süreçlerden geçerek bu evreye geldiğinden bahsetmiyor yalnızca; asıl failin kim olduğunu çözümlüyor: Kapitalizm!
..................................................................................
ileri haber - Şadi Eraslan
En büyük düşman: Kapitalizm
Bir avuç insanın bu kadar insanın üzerinde hüküm kurması nasıl mümkün oluyor? Dünyanın yüzde dokuzu açken geriye kalan yüzde birlik kısım nasıl oluyor da bu kadar lüks içinde yaşamaktadır? Kapitalizm nedir ve nasıl doğdu? İçinde yaşadığımız kapitalist sistem ne anlama geliyor ve kimlere hizmet ediyor? Artı değer ne demek? Tekelleşme ve çokulusluluk ne anlama geliyor? Finansal sermaye ile ekonomik sermaye nedir? İlk birikim nasıl ortaya çıktı? Yabancılaşma ne demek? Karl Marx haklı mıydı? Kapitalizme alternatif bir sistem mevcut mu?
İnsanlık tarihine baktığımızda gelinen noktaya ulaşmak için nasıl zorluklarla karşı karşıya gelindiğini, ne gibi zorluklarla baş edildiğini görüyoruz. Bu zorlukları çeken insanlara baktığımızda ise dünya üzerinde yaşayan insanların yüzde doksan dokuzuna tekabül ediyor. Geriye kalan yüzde birlik kısım ise zor yaşam koşulları yaratarak kendi imparatorluğunu inşa etmeye çalışıyor.
Bir avuç insanın bu kadar insanın üzerinde hüküm kurması nasıl mümkün oluyor? Dünyanın yüzde doksan dokuzu açken geriye kalan yüzde birlik kısım nasıl oluyor da bu kadar lüks içinde yaşamaktadır? Kapitalizm nedir ve nasıl doğdu? İçinde yaşadığımız kapitalist sistem ne anlama geliyor ve kimlere hizmet ediyor? Artı değer ne demek? Tekelleşme ve çokulusluluk ne anlama geliyor? Finansal sermaye ile ekonomik sermaye nedir? İlk birikim nasıl ortaya çıktı? Yabancılaşma ne demek? Karl Marx haklı mıydı? Kapitalizme alternatif bir sistem mevcut mu?
***
Kapitalizm, sermayenin bir avuç insan tarafından kontrol edilmesini ve düzenin hasara uğramadan devam etmesini sağlamak adına başvuramayacağı şey yoktur. Kölelik sistemi ortadan kaldırılmış olmasına rağmen insanlar yaşamak için kölelilik yapmaya mecbur kalıyor. Bu kölelik yalnız sermayenin ortaya çıktığı ulusal sınırlar içinde gerçekleşmiyor. Sermayenin çokuluslaşması söz konusu; hal böyle olunca gelişmiş ülkeler gelişmemiş ülkeleri kontrol etmeye, sömürmeye başlar. Sermaye; karşısına çıkan engelleri, insan hayatı ve doğayı düşünmeden daha fazla kar için dünyanın dört bir tarafını toz bulutlarıyla örterek utanç imparatorluğunu insan ve doğa kalıntıları üzerine inşa eder. İnsan hayatı sermaye karşısında değersiz ve bir o kadar da daha fazla sermaye için gerekli olandır. Daha çok kar etmek adına her şeyi yapmayı mubah gören sermaye, başka ülkeleri sömürmeyi de kendine hak olarak görür. Sömürü altında olan ülkelerden biri de Kongo devletidir. Koltan madenlerinin yoğun olduğu Kongo, bir sömürge devleti haline gelmiş durumda. Buradaki özel şirketler madeni çıkarmak için bu kadarı da olmaz dedirten yollara başvuruyor. Bu madenin ortaya çıkış sürecinde kapitalizmin gerçek ve aynı zamanda en acımasız yüzü olan Kongo’nun doğusunda yer alan Virunga Volkanik Dağı’nın eteklerinde, silahlı milislerin denetiminde bulunan maden yataklarında yüzlerce çocuk silah altında çalışmaya mecbur bırakılıyor. Çocukları tercih etmelerinin sebebi ise bu cevhere ulaşmak için kazılan maden yataklarının dar olması. Çok dar olan bu madenler aynı zamanda çok kırılgan bir yapıya sahip. Kırılgan ve hemen göçmeye müsait olan bu madenler yüzlerce çocuğa mezar olmuş durumda. Birçok ülkeye ait olan özel şirketlerin olduğu Kongo’da hiçbir yasa bu çocukların ölümüne engel olamıyor. Altın ve gümüşten çok daha pahalı olan koltan uçak gövdelerinde, cep telefonlarında ve gelişmiş ülkelerde yaşayan insanlar için vazgeçilmez olan yüzlerce aletin yapımında kullanılıyor. Bu yapılan vahşet onlarcasından sadece bir tanesi. İşin en kötü tarafı ise bunu yapanların cezasız kaldığı, hiçbir biçimde hesap vermedikleri bir düzende yaşanıyor olması. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi bu olay için kamuoyu oluşturulsa da bunu yapanların ceza almadan hatta yaptıklarıyla gündeme bile gelmeden olayın üstünün kapatılması kapitalizmin bir diğer acımasız yüzü. Bu şirketlerin kim veya kimler tarafından yönetildiği ya da devletlerin nasıl yönetildiği konularında da belirsizlik söz konusu.
Jean Ziegler dünya üzerinde taş üstünde taş bırakmayan, para ve daha fazla kar için savaşlara- işgallere başvuran kapitalizmi ortadan kaldırmanın öncellikli yolunun kapitalizmin anlaşılması ve nasıl işlendiğinin öğrenilmesinden geçtiğini ifade ediyor. Bu ne kadar kolay gibi görünse de bunun için hayli çaba sarf etmek gerekiyor. Elbette sadece öğrenip anlamak yetmiyor. Asıl mesele devrimci çimlerin boy verdiğini işitebilmek ve yeşermesine katkı sağlamak.
***
Geçtiğimiz günlerde Yordam Kitap tarafından yayımlanan ‘’Gençlerle Baş Başa’’ dizisinin yazarı Jean Ziegler’ın “Kapitalizm” başlıklı kitabı okurlarıyla buluştu. Sosyoloji profesörü olan Jean Ziegler torunu Zohra’nın sorduğu sorularla kapitalizmin dünya ölçeğinde yarattığı yıkımları ve bir avuç insanın utanç imparatorluğunu anlatıyor. Sadece gençlerin değil; herkesin anlayabileceği bir dil kullanarak kapitalizmin nasıl ortaya çıktığını, işlediğini ve utanç imparatorluğunu inşa ederken başvurduğu yolları anlatan önemli bir yapıt olarak karşımıza çıkıyor.