Rus edebiyatının en büyük kişilerinden biri olan Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, 1821 yılı Kasım ayının 11’inde Moskova’da, yoksullar hastanesinde dünyaya geldi. Küçük Dostoyevski’nin ilk izlenimleri, hastanenin sarı duvarlarıyla hastaların iniltileri oldu.
Aynı kurumun cerrahı olan babası, içkici, sert ve sinirli bir adamdı. İşinde, ukala denecek kadar düzeni severdi. Ailesi kalabalık, maaşı azdı. Ama yine de çocuklarının eğitim ve öğretimine büyük bir ilgi gösterdi. Fransızca öğrenmeleri için bir mürebbiye tuttu. Kendisi de onlara Latince öğretti.
Dostoyevski’nin babasını, 1839 yılında kendi toprak köleleri öldürdü. Bu kanlı olayın nedeni, son yıllara kadar bir esrar perdesiyle örtülü kalmıştı. Tam yüz yıl sonra, 1939 yılında büyük yazarın hayatına ışık tutan yeni belgeler bulundu. Bu belgelerin yardımıyla, öldürülme olayını örten esrar perdesini sıyırma olanağını elde ettik. Dostoyevski’nin o sıralarda 60 yaşında olan babası, karısının ölümünden sonra, kendi toprak kölelerinden Katya adlı 16 yaşlarında genç ve güzel bir kızı sever. Hatta bu kızdan bir de çocuğu olur. Öldürülüşü bu olayla sıkı sıkıya bağlıdır. Nitekim kızın amcasını, katillerin elebaşlarından biri olarak görmekteyiz.
Bu aile dramının, sonraları sara illetine tutulacak olan büyük yazarın hasta ruhunda bir iz bırakmaması olanaksızdı.
Dostoyevski, 1843 yılında mühendis okulunu bitirdi ve asteğmen rütbesiyle orduya katıldı. Petersburg’da mühendis olarak çalışmak, ona iyi bir mevki, hatta iyi bir maddi durum bile sağlayabilirdi. Ama Dostoyevski bu mesleği hiç de çekici bulmuyordu. Bir yıl sonra istifa ederek ordudan ayrıldı.
Şöhret, zenginlik, toplumda parlak bir mevki hayal eden genç Dostoyevski, bahtını bir başka alanda, edebiyat alanında denemeye karar vermişti.
Edebî hazırlığı: Dostoyevski, çocukluğundan itibaren metotlu denecek biçimde edebî bir hazırlık dönemi geçirmişti. İlk gençlik çağlarında, Rus şairlerinden Jukovski ile Karamzin’i pek sevmişti. Puşkin’i ise, daha çocukluğundan beri neredeyse ezbere biliyordu.
Mühendis okulundayken; Schiller, George Sand, Eugène Sue gibi yazarların eserleri, genç Dostoyevski’nin ufkunda yeni bir dünya açmıştı. Hele Balzac onu âdeta büyülemişti. O dönemde kardeşine yazdığı birçok mektup, Balzac’la ilgili bitmez tükenmez hayranlık ifadeleriyle doludur. Dostoyevski, büyük Fransız yazarının roman kişilerinde kendini seçiyor, yine bu kişiler arasında kendini çevreleyen birçok insan buluyordu. 1843 yılında Balzac’ın Eugénie Grandet romanını okuyan Dostoyevski, bunu Rusçaya çevirmekten kendini alamadı. Dostoyevski’nin ilk edebiyat çalışmaları bununla başladı. Dostoyevski’nin Balzac’ta en beğendiği şey, realizmle romantizmin ustaca birleşimiydi. Balzac’ın, Dostoyevski’nin eserleri üzerinde büyük bir etkisi olduğu su götürmez bir gerçekti.
Rus yazarlarından Puşkin, Gogol ve Griboyedov’un, Dostoyevski’nin eserleri üzerinde nasıl derin izler bıraktığını ileride göreceğiz. Mesela Dostoyevski, gerek romanlarında, gerek edebî mektup ve makalelerinde, Griboyedov’un Akıldan Bela eserinin deyimlerinden bol bol yararlanmıştır.
Gogol’ün, gerek Petersburg Hikâyeleri’ndeki gerek Ölü Canlar’daki kişileriyle, Dostoyevski’nin eserlerindeki kişiler arasında sıkı bir ilinti vardır. Zaten Dostoyevski’nin düşünce bakımından kendisine en yakın gördüğü Rus yazarlarından biri Gogol’dü. Bir edebiyat eleştirmeninin haklı olarak dediği gibi, Ölü Canlar, hayatının sonuna kadar, bir an için bile Dostoyevski’yi bırakmadı.
Dostoyevski’nin ilk eseri olan İnsancıklar’ın gerek konusunda, gerek üslup kompozisyonunda, Gogol’ün “Kaput” adlı hikâyesinin etkisini görmek hiç de zor değildir. Yine Dostoyevski’nin Benzer adlı eseri, Gogol’ün Burun hikâyesine sıkı sıkıya bağlıdır. Dostoyevski, Stepançikovo Köyü’nde de, birçok bakımdan Gogol’ü taklit etmiştir.
Genç Dostoyevski’nin dünya görüşünün şekillenişinde Schiller’in büyük etkisi vardır. Dostoyevski bunu şu sözleriyle açığa vurmuştu: “Schiller’i ezberledim. Konuşmalarımda, sayıklamalarımda onun eserlerini dilimden düşürmüyorum. Schiller adı bende sonsuz hayaller canlandıran, büyüleyici bir etki yapıyor.”
Dostoyevski, delikanlılık çağlarında büyük bir hayranlık duyduğu Schiller’in Haydutlar’ını, Karamazov Kardeşler’i yazarken bile hatırlayacak, temel konusu kardeş kıskançlığına ve baba katilliğine dayanan bu roman, Haydutlar’daki konunun kendisine özgü bir gelişimi olacaktır.
Bununla birlikte şunu da söylemeliyiz ki, Dostoyevski’nin üzerinde etki yapan edebiyat kişileri, yukarıda saydıklarımızdan çok daha fazladır. Çünkü genç Dostoyevski, İngiliz ve Fransız macera romanlarıyla ilgilendiği gibi, Fransız klasiklerine, çağındaki romantizme de yakın bir ilgi göstermişti. Bunun içindir ki genç Dostoyevski’nin bu edebî sempatisini hesaba katmadan, gerek klasik edebiyatın, gerek kendi dönemindeki edebiyatın en iyi mirasını benimseyen, edebiyat çalışmalarında, yeni yeni değerler ekleyerek bunları geliştiren büyük edebiyatçı Dostoyevski’yi anlamamıza olanak yoktur. 1845 yılında, yazmaya yeni başlayan bir yazarın, İnsancıklar eserini hazırlarken, fakir bir memur konusunu nasıl ele alışı bu bakımdan büyük bir ilgi uyandırmaktadır. Çünkü bu konu, o çağ Rus edebiyatında en çok işlenen konulardan biriydi. O çağ Rusya’sında vodviller için, komediler için, hikâyeler için, güldürü eserleri için hemen hemen biricik konu memurlardı. Kimi edebiyat eleştirmenlerinin düşüncesine göre “hiç de şairce yaratıklar olmayan memurlar”, nasıl oluyor da o çağ Rus edebiyatçılarının kullanmayı en sevdiği kişiler olabiliyordu; eleştirmenler buna şaşmaktan kendilerini alamamışlardı.