Ayan: Medya, günümüz kapitalist toplumsal formasyonun tam göbeğinde yer almaktadır
24-07-2019-ilerihaber.org
Vahdet Mesut Ayan ile Yordam Kitap'tan çıkan "AKP Devrinde Medya Alemi" kitabı hakkında konuştuk.
Yüksek lisansını ve doktorasını Ankara Üniversitesi Gazetecilik Anabilim Dalı'nda tamamlayan Ayan, "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisine imza attığı için 1 Eylül 2016'da üniversiteden ihraç edildi.
Ayan'ın kitabı AKP Devrinde Medya Alemi, medyadaki dönüşümün ekonomide, devlette, siyasal ve sivil toplumda ve kamusal alanda yaşanan dönüşümle eşzamanlı ve eşgüdümlü gerçekleştirildiğini anlatıyor.
Kitapta, 24 Haziran 2018 tarihinde gerçekleşen Genel Seçiçmler bir vaka analizi olarak inceleniyor.
Öncelikle kitabınız hayırlı olsun. Kitabı yazma fikri nasıl doğdu?
Çok teşekkür ederim. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi bünyesinde doktoraya başladığım dönemde aklımda böyle bir fikir belirmişti. 2014-2015 yıllarından bahsediyorum. O dönem iktidar-medya arasındaki ilişkiler şimdiye nazaran daha dengeliydi; ancak yine de belirtmek gerekir ki, 2016 sonrası yaşanacakların emareleri de yok değilmiş. Tabii bunu bulunduğumuz noktadan geriye baktığımızda anlayabiliyoruz. 2015’te Koza İpek Holding’e; Mart 2016’da da Zaman gazetesine kayyım atanması bu gelişmelere örnek gösterilebilir.
İktidar koalisyonunda 17/25 Aralık’ın bıraktığı etki, kendini medya alanında göstermişti, dahası her siyasi gelişme bir biçimde medya ortamına yansımaktaydı. Bu ve benzer gelişmeler akademik olarak ilgimi çekmişti, medya ortamında yaşananlar doktora tezimin ve dolayısıyla kitabın konusunu belirledi diyebiliriz.
'SİYASAL İSLAMIN SON BÜYÜK TEMSİLCİSİ AKP, BOŞLUKTA DOĞAN BİR SİYASİ OLUŞUM DEĞİLDİR'
Kitapta dikkati çeken ilk nokta, iktidar-medya ilişkilerini doğrudan incelemeden önce iktidarın yapısal noktalarına değinmesi olabilir. Gramsci’nin “tarihsel blok” kavramı bu tartışmayla bir paralellik izliyor mu?
İktidar-medya ilişkilerini incelemenin temel koşulu, öncelikle ilkinin ne olup, olmadığının anlaşılmasıdır. Dolayısıyla ilk olarak AKP ve onun içinden çıktığı Milli Görüş hareketine odaklandım ki, bu ilişkileri belirli bir tarihsel/toplumsal bağlama yerleştireyim. Milli Görüş’ün temsil edildiği partiler ve siyasal İslamın son büyük temsilcisi AKP, boşlukta doğan siyasi oluşumlar değildir. Bunlar, Türkiye hâkim sınıfları içerisindeki çatlaktan doğan ve bu çatlağın bir yanını, yani İslamcı burjuvaziyi temsil eden siyasi partilerdir.
'MEDYANIN HEM TEMEL YAPIYLA, HEM DE ÜST YAPININ UĞRAKLARIYLA DOĞRUDAN İLİŞKİSİ VARDIR'
Bu gerçek bizi, iktidardaki siyasal İslamın Türkiye’nin temel yapısıyla olan bağına götürmektedir. Siyasal İslamın ve AKP’nin üst yapı uğrakları olarak saydığımız ideoloji ve kültürle olan bağı da düşünüldüğünde AKP’nin toplumla ve medyayla kurduğu ilişkiler bütüncül bir yaklaşımla açıklanabilir; zira siyasal İslam örneğinde gördüğümüz gibi, medyanın da hem temel yapıyla hem de üstyapının uğraklarıyla doğrudan ilişkisi vardır. Hatta biraz daha ileri giderek söyleyecek olursam, medya, günümüz kapitalist toplumsal formasyonun tam göbeğinde yer almaktadır. Buradan yola çıkarak şöyle diyebiliriz: İktidar-medya ilişkisi ya da AKP devrinde medyanın dönüşümü yapıların her birinin hesaba katılmasıyla görünür kılınabilir. Sadece medyaya bakarak medyanın dönüşümü anlaşılamaz, buradaki değişim/dönüşümü anlamanın temel koşulu, 17 yıllık süreçte toplumsal bütünlükte neler olduğuna bakmaktan geçmektedir. Bu süreçte sağlıkta, eğitimde, ulaşımda, kültürde, ideoloji alanlarında ne olmuştur da, medya da bu hâle gelmiştir. Medya alanının yukarıda saydığımız alanlardan ayrı olmadığını, ancak onların kapsamlı değişim/dönüşümleriyle medyanın da değişip/dönüştüğünü akılda tutmamızda fayda var; çünkü gerçek hayatta bu alanların birbirleriyle diyalektik bir ilişkisi mevcuttur.
AKP Devrinde Medya Alemi, Vehdat Mesut Ayan, Yordam Kitap, 2019
İşte, Gramsci’nin “tarihsel blok” yaklaşımı bütüncül perspektifi bize bu noktada sunuyor. Yaklaşım, Marksizm tartışmalarında önemli yeri bulunan temel-üstyapı metaforunu organik bir bütünlük içinde görmesi bakımından önemlidir. Bu açıdan sadece siyaset biliminde değil, medya çalışmalarında da araştırmacıya katkı sağlayacak bir görüş açısı sağlamaktadır. Tabii AKP-medya ilişkilerinin incelediğimiz bu kitaba, AKP’nin gelişim serüvenini ve iktidarın eski blokla giriştiği mücadeleyi kavramsallaştırmamız açısından da Gramsci’nin çalışmaları katkı sağlamıştır. 2002’den bu yana hegemonya-tahakküm, zor-rıza, mevzi-manevra savaşı, organik-konjonktürel kriz gibi pek çok kavramın karşılık bulduğu bir süreci yaşadık. Dolayısıyla “tarihsel blok” hem bütüncül bir perspektif sunması bakımından hem de AKP’yi ve onun serüvenini anlamak açısından elverişli bir kavram seti sunmaktadır. AKP-medya ilişkilerini de bu kavram setiyle açıklamaya çalıştım.
'AKP BAŞINDA NEYSE SONUNDA DA O OLAN BİR PARTİ DEĞİL'
Kitabınızda dikkati çeken bir diğer nokta da, dönemlendirme olabilir. Örneğin AKP iktidarı kendi içerisinde bazı dönemlere ayrılıyor. Bu dönemlendirmeleri yaparken, neleri gözettiniz?
Öncelikle şunu belirteyim; AKP, başında neyse sonunda da o olan bir parti değil, iktidar 2019’a gelen süreçte birçok değişim yaşadı. Bunu AKP’nin kuruluş kodlarını ya da “fabrika ayarlarını” güzellemek için söylemiyorum. AKP, 2002’de de, 2019’da olduğu gibi genel olarak Türkiye burjuvazisinin, özel olarak da İslamcı burjuvazinin çıkarları doğrultusunda hareket eden bir partidir; ancak bu iktidara geldiği tarihten itibaren Türkiye’nin yerleşik siyasi ve ekonomik yapısıyla çelişki yaşamadığı anlamına gelmiyor. AKP’yi belirli dönemlere ayırırken onun toplumsal stratejilerindeki güttüğü değişikliklere odaklandım. 17 yıllık iktidarı döneminde iktidarın hegemonya-tahakküm politikaları arasında salınan bir çizgi izlediğini söylüyorum. Tabii hatırlatmakta fayda var, bunları birbirinden soyutlama süreçlerinde ayırıyorum. Yani hegemonya ve tahakküm gerçek hayatta birbirinden kabaca ayrılacak şeyler değil.
Hatırlarsan 2002-2008 yılları arasında iktidar ve yerleşik kurumlar arasında çelişki ve gerilimler o dereceye varmıştır ki, daha sonra “e-muhtıra” diye tanımlanacak bir vaka yaşanmıştır. Aslında AKP’nin temel politikalarını belirleyen de bir anlamda karşısındaki blokun gücüdür. Açmak gerekirse, 2002’de iktidara geldiğinde karşısında çok güçlü siyasal ve sivil toplum kuruluşlarını bulan AKP, özellikle 2002-2008 yıllarını hegemonya mücadelesine ayırdı.
'BU YILLAR HEGEMONYA POLİTİKALARINA AĞIRLIK VERDİĞİ SÜRECİ İŞARET EDER'
Bu yıllar, AKP’nin toplumun farklı kesimlerinden kabul görmeye çalıştığı ve hegemonya politikalarına daha ağırlık verdiği süreci işaret eder. Örneğin geliştirilen “Muhafazakâr demokrasi” kavramı içeride karşıt-hegemonyanın kurulmasında etkiliyken, dışarıdan destek almakta da pay sahibi olmuştur. Hegemonya politikalarına ağırlık veren dönem, 2007 yılında Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olması, 2007’de TSK tarafından verilen muhtıranın boşa düşmesi ve Erdoğan’ın elinin asker karşısından güçlenmesi, 2008’de AKP’nin kapatılmasının AYM tarafından reddedilmesiyle son bulmuştur. Bunlar ve sayamadığımız gelişmeler neticesinde AKP, yerleşik blok karşısında hem siyasal ve sivil toplumda ele geçirdiği mevziler hem de gelişen İslamcı burjuvaziyle temel yapıda gerçekleştirdiği dönüşümle birlikte daha güçlü görünür olmuştur.
'İKTİDARIN HEGEMONYA POLİTİKASINI TAHAKKÜMLE DESTEKLEDİĞİ BİR EVRE'
İkinci dönem olarak adlandırdığım 2008-2013 yılları arası da hem içerde hem de dışarıda birçok gelişmenin AKP’nin politikalarını belirlediği bir süreci kapsar. İçeride AKP-Cemaat koalisyonunun bozulması, Suriye İç Savaşı'nın başlaması ve bu savaşla AKP’nin içindeki itirazlara rağmen Yeni Osmanlıcı bir anlayışa kayması, iç ve dış politikada zorlanan iktidarın hegemonya politikasını tahakkümle desteklendiği bir evreye çekmiştir. Topluma uygulanan tahakkümden medyada nasibini almış ve bu alana uygulanan baskı da 2011 yılında artık iyiden iyiye görünür olmuştur. Haziran 2011’den sonra Doğan Grubu ve NTV başta olmak üzere merkez medyaya uygulan baskı birçok gazetecinin işinden olmasına, birçoğunun da geri plana itilmesinin önünü açtı.
'GEZİ DİRENİŞİ İLE BAŞLAYAN SÜREÇ İSE YÖNETİMİ GİDEREK KAYBETTİĞİ BİR DÖNEMİ AÇMIŞTIR'
2013’te Gezi Direnişi ile başlayan sürecin ardı ise iktidarın ancak tahakküm politikalarıyla ayakta kalabildiği, kültürel ve ideolojik yönetimi giderek kaybettiği bir dönemi, açmıştır. 2016’daki askerî darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL ile hem Türkiye toplumunun farklı kesimleri hem de medya alanı ağır bir baskıyla karşılaşmıştır. Özellikle medya alanında yaşanan gelişmeler askerî dönemleri aratmayacak bir hâl almış, medya kuruluşları KHK’lar ile hukuksuz bir biçimde kapatılırken, çalışanları da işinden olmuştur. Bu dönemde ülkenin siyasal ve sivil toplum alanı, temel yapısı Gramsci’nin kavramsallaştırmasını kullanırsak iktidar koalisyonunun (AKP-MHP) manevra savaşına giriştiği uğraklar hâline geldi. Siyasi parti liderlerinin, akademisyenlerin ve gazetecilerin cezaevine girdiği, sürgün edildiği, saldırıya uğradığı; medya kuruluşlarının, derneklerin, sendikaların kapatıldığı; faşizmin ön koşullarının yaratıldığı bir dönemi yaşadık. Sadece bu gelişmeler bile 2002’de “muhafazakâr demokrasi” söylemiyle iktidara gelen ve orada tutunan AKP’nin nasıl bir değişim yaşadığını göstermektedir. 2013-2018 yılları arasında tahakküm politikalarının belirleyici olduğunu ve iktidarın ancak güç ve zor kullanarak ömrünü uzattığını söylüyorum. Bu bizi, Gramsci’nin “iktidarın konjonktürel krizi” kavramına götürmektedir ki, buna aynen katılıyorum. Her üç dönemde hegemonya-tahakküm salınımı ve tarihsel blokta yaşanan gelişmeleri birbirinden koparmayarak dönemselleştirmenin AKP’yi analiz etmemize yardımcı olacağını kanısındayım.
Bir önceki soruyla bağlantılı olarak, kitapta geçen “fetih, zapt, teşkil, berhava, tahzir” kavramları önemli bir yer tutuyor. Bu kavramları niçin tercih ettiniz?
Bu kavramlar üzerinden iktidarın medya politikalarının daha iyi anlaşılabileceğini düşündüm. Kavramların AKP’nin yürüttüğü politikaların içsel uğraklarını belirttiğini söylemem gerek. Bu uygulamalar birbirleriyle yakından ilişkili olup, siyasi iktidarın o zamanki gücüne göre farklılık göstermektedir. Örneğin berhava stratejisinin özellikle OHAL döneminde geçerli olduğunu, zapt stratejisinin ise her üç dönemde geçerli olup, ilk ve ikinci dönemde daha fazla kullanıldığını söylemekte yarar var. Fetih stratejisi, 2007-2008 yıllarında ATV-Sabah’ın Çalık Grubu’na geçmesiyle ilk önemli örneğini gösterirken, 2013’te Çukurova Grubu’nun bir kısım medya organlarının Ethem Sancak’ın eline geçmesiyle iktidar için ne kadar önemli bir strateji olduğunu göstermiştir.
'FETİH VEYA BERHAVA STRATEJİSİ, TAHZİR EDİLME SÜREÇLERİNDEN AYRI DÜŞÜNÜLEMEZ'
Burada dikkat edilmesi gereken noktaların biri, yukarıda belirttiğim gibi, stratejiler bütün bir politikanın içsel uğraklarıdır ve birbirleriyle yakından ilişkilidir. Örneğin fetih veya berhava stratejisi, medyanın tahzir (korkutma, sindirme) edilme süreçlerinden ayrı düşünülemez. Medya ortamında herhangi bir kurumun yok edilmesi, etkisini ortamın diğer kuruluşlarında gösterirken, onları hizaya çeken, otokontrol ve otosansür uygulamalarını gündeme getiren bir süreci de başlatmaktadır. Dolayısıyla çalışmada, bu stratejileri tamamen metodolojik olarak birbirinden ayırmaktayız, yoksa gerçek hayatta bunlar tamamen birbirleriyle ilişkili yöntemlerdir.
Medya-iktidar ilişkilerinde AKP’nin sınıfsal ve tarihsel bir tasnifi yer alıyor. Burada “yerleşik tarihsel blok” olarak adlandırdığınız yapı ile AKP arasındaki mücadelede öne çıkan medya organları da görülüyor. Örneğin Taraf Gazetesi... Ancak bugüne geldiğimizde, Taraf Gazetesi’nin yazarlarından Ahmet Altan’ın ve o dönem AKP’yi destekleyen gazetecilerin de hapiste olduğunu görüyoruz. Buradan hareketle, AKP’nin medyayla ilişkisi bağlamında neler söylenebilir? Örneğin kullandığınız “halita” kavramı buraya mı oturuyor?
Halita, birden çok öğeden oluşmuş, karmaşık bir bütün anlamına gelen bir sözcük. Halide Edip’in Sinekli Bakkal adlı romanında rastlamış ve okur okumaz aklıma iktidarın politikaları aklıma gelmişti. Bu sözcük tam olarak bu politikaları karşılıyor aslında. Şöyle ki, yukarıda kavramlar için söylediğim şeyler, genel olarak iktidarın toplumsal stratejileri için de geçerlidir. 17 yıllık döneme baktığımızda iktidarın her dönemde başka yüzlerini gördük, bu dönemde birbirinden farklı stratejilerin uygulandı, AKP’yi destekleyen kesimlerin, yapıların dönemlere göre değiştiğini fark ettik. Tüm bu değişimler iktidarın medya politikasını, yanında tuttuğu medya patronlarını ve gazetecileri de etkiledi. Bir dönem arasının iyi geçindiği gazetecilerin, daha sonra cezaevlerine gönderildiğini ya da bunun tersini görmekteyiz.
'KARŞIMIZDA OLAN BİRÇOK ÖĞEDEN OLUŞAN KARMAŞIK BİR BÜTÜN'
Karşımızda olan, birçok öğeden oluşan karmaşık bir bütün. Yine de AKP-medya ilişkilerine yakından baktığımızda ve soyutlama yöntemini kullandığımızda görüyoruz ki, iktidarın medya politikalarının oluşumunda karşısındaki bloğun gücü belirleyicidir. Bir diğer etmen ise, dönemin iktidar koalisyonunun belirleyiciliğidir. 2007’de âdeta Cemaatin operasyon aygıtı olarak yayın hayatına başlayan Taraf, AKP-Cemaat ortaklığının TSK’yı zayıflattığı Ergenekon operasyonlarından hemen önce kurulmuştu ve 2010 yılında başlayan Balyoz Davasında da hatırlayacağımız gibi önemli bir işlev görmüştü. Biraz genişletecek olursak, koalisyon döneminde AKP medyasının yanına Feza Gazetecilik’e bağlı Zaman’ı ve ona bağlı gazeteleri, STV’yi; Koza İpek’in Bugün, Bugün TV, Kanaltürk TV’yi ekleyebiliriz. Tüm bu yayın organları AKP-Cemaat ittifakı döneminde koalisyonu destekler nitelikte yayın politikaları izlediler. Eylül 2013’te dershane meselesinin gündeme gelmesi, ardından 17/25 Aralık operasyonlarıyla birlikte epeydir gerilimli seyreden AKP-Cemaat birlikteliği bozuldu ve bu medya alanında çok sert hissedildi. Aralık 2013’ten hemen sonra iktidar hedefine bu kez eski ortağının medya kuruluşlarını aldı ve bu alanda yukarıda bahsettiğimiz kayyım atama yöntemlerini uyguladı ve 20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL ile birlikte bu kurumları tamamen kapatma imkânını elde etti.
İşte Gramsci’nin “tarihsel blok” yaklaşımı medya alanındaki bu değişimi, toplumsal bütünlüğü ve iktidarın durumunu, bileşenlerini göz ardı etmeden analiz etmemizin önünü açıyor. Bir dönem iktidardan teveccüh gören Ahmet Altan’ın, Nazlı Ilıcak’ın cezaevinde olması, Emre Uslu’nun yurt dışında yaşamak zorunda kalması, Taraf’ın ve diğer medya kuruluşlarının kapatılmasını ancak toplumun ve iktidarın serüveni üzerinden değerlendirebiliriz; zira AKP gibi AKP’nin medya politikaları da boşlukta doğmuyor. Bunlar, ülkenin temel ve üst yapısındaki değişimlerin belirleyiciliğinde oluşturuluyor.