1950’li yıllarda Kore’de neler oldu?
Ümit Şenesen - BirGün Kitap - 20.02.2024
Kore’nin adını ilkokula başladığım yıl duydum. Oraya asker göndermiştik. Kore neresiydi? “Asker abilerimiz” oraya neden gitmişti? Ne olup bittiğini pek anlamasak da öğretmenimiz her birimizden Kore’ye gönderilmek üzere birer paket sigara getirmemizi istemişti. Üstünde Birinci yazan sigara paketleri sınıfta toplanıp müdür beyin odasına taşınmıştı.
Gümüş Aygır: Kore’nin Hikâyesi adlı romanın kapağını görür görmez kafamda bu anılar canlandı.
Koreli Ahn Junghyo’nun kitabını hemen aldım. Roman o kadar akıcıydı ki, 416 sayfayı gece gündüz okuyup üç güne kalmadan bitirdim.
KİM BU YAZAR?
Yazarın Kore’de Sogang Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenciyken yirmi üç yaşında yazmaya başladığı kitap, Korece, İngilizce, Almanca, Danca gibi çeşitli dillerde yayımlanmış, Kore’de filmi çekilmiş, 1992’de yazara Kim Yoo-jung Edebiyat Ödülü’nü kazandırmıştı. Öyküler, romanlar yazmanın yanı sıra, Vietnam Savaşı’nı gazeteci olarak yerinde izlemişti.
Ahn Junghyo, Türkçe baskıyı göremeden geçen temmuz ayında yaşama gözlerini yummuştu.
Benden üç yaş büyüktü. Gümüş Aygır’da, hayal gücüyle zenginleştirdiği çocukluk anılarını anlatıyordu.
Savaşın, sadece iki ordunun askerleri arasında bir çarpışmadan ibaret olmadığını, sivillerin de başına neler gelebileceğini, en az askerler kadar tehlikeye açık olduklarını, olaylara tanık olmuş birinin ağzından duymak çok çarpıcıydı.
“... Amerikan askerleri, geceleri mahalledeki kadınlara tecavüz etmek için ev ev dolaşırlardı.” diyor yazar, kitabı nasıl yazdığını dile getirdiği “Sonsöz” bölümünde.
KÖYDEN SAVAŞA BAKIŞ
Romanda “Savaşın Çıktığı Köy” başlıklı ilk bölümün başlangıç cümleleri şöyle:
“Avludan eve doğru birinin temkinli adımlarla, sinsice yaklaştığını fark edince nefeslerini tuttular ve korkudan ağızlarını kapadılar. ... Gölge gittikçe büyüyerek kapıya yaklaştı. Gelen uzun boylu, miğferli bir askerdi.”
Korkanların kim olduğu hemen açıklanmıyor okura. Enfes doğa betimlemeleri arasında, Geumsan köylülerinin yaşamlarını tanıyor, birbirleriyle ve köyde herkesin saydığı ihtiyar Hwang Seun-gak ile ilişkilerini öğreniyoruz.
“Hwang ... ırmağın öte yanındaki kasabadan tarafa baktığında, tam yükselirken göğe takılmış gibi duran, ölü bir ejderha kabuğunu andıran ve hâlâ ağır ağır yayılan simsiyah bir duman bulutunun Bongui Dağı’ndan bile yukarıya ağdığını gördü. Dün sabah başlayan hava saldırıları gece boyunca aralıksız devam ettiğinden, ... evler gün ağarmasına karşın hâlâ yanıyor gibiydi.” Köy, ülkeyi kuzey-güney olarak bölen ünlü 38. kuzey enlemi yakınlarındadır. “Yer yerinden oynuyor diye üç aydır konuşulup durmasına rağmen savaş hangi cehennemin dibindeyse, köylülerin hiçbir şeyden haberleri yoktu.”
Romanda hiç önemsizmiş gibi görünen kimi ayrıntılar, yazarın ustalığıyla, kim bilir kaç sayfa sonra kendisini hatırlatıyor. Sözgelimi, “Horoz’un bir erkek olarak övünüp gubarışını gören ihtiyar Hwang düşünceli biçimde gülümsedi.” Bu düşünceli gülümsemenin nedeni ancak kitabın sonlarına doğru ortaya çıkıyor.
Köyden Kumandan Dağı zirvesinin yakınlarında olduğu söylenen bir mağarayı aramaya giden, yaşları birbirine yakın beş erkek çocuk ile bir köpeğin arkadaşlıklarını, serüvenlerini, oyunlarını, yaramazlıklarını, aralarındaki yakınlıkları ve gerginlikleri ilk bölümde öğreniyoruz.
Yazar bizi sayfalar boyunca ince ince işlenmiş bir örgüyle güzelce hazırladıktan sonra, anlatının en başında kapıdaki gölgeden korkanların kimler olduğunu açıklıyor; kestane ağaçlı ev’de yaşayan, geçenlerde kocası ırmakta boğulunca dul kalmış Olle ile onun ilkokuldaki oğlu Manshik ve henüz bebek yaşındaki kızı Manhee.
Okuma keyfinizi kaçırmamak için bundan sonra olanları elbette anlatmayacağım ama işlerin çığırından çıktığını, akla hayale gelmeyecek gelişmelerin hiç beklenmedik biçimlerde inanılmaz sonuçlara yol açtığını, içinizi eritecek sahneler yarattığını belirtmekle yetineceğim. Kısaca, insanlar arasında, çoğumuzun belki de hiç beklemediği çelişkilerle çatışmaları soluk soluğa izleyeceğinizi söyleyebilirim. Savaş karşıtı olmayanların bile, bu kitabı okuyup bitirdikten sonra görüş değiştireceğini sanıyorum.
TÜRK ASKERİNİN GÖREVİ
Romanda Türk askerinden sadece bir yerde söz ediliyor. “Dün gece gelen gaga burun Yankilerin kollarında hilal ve yıldız resimleri olduğu söyleniyordu. Kichun’un amcası, kasabaya giderek bu durumu soruşturup öğrenmiş ve kollarında bu türden işaretler olanların Toigi denilen ülkenin askerleri olduklarını söylemişti.” Çevirmen dipnotundan “Toigi” denilenlerin Türkler olduğunu anlıyoruz. Yeri gelmişken, çevirmen Tayfun Kartav ile redaktör Safa Enis Sağlık’ın hakkını teslim edelim. Başarılı çevirmen Tayfun Kartav’ın lisans eğitimini Erciyes Üniversitesi Kore Dili ve Edebiyatı Bölümünde, yüksek lisans eğitimini Seul Üniversitesi’ndeki aynı adlı bölümde tamamladığını, yedi yıl Kore’de çalıştığını belirtelim.
Her ne kadar romanda adı geçmese de, “Kunuri Muharebesi”nde, 8. Ordu diye anılan ABD birliğinin kuşatmadan kurtulup düzenli geri çekilmesini sağlama görevinin verildiği Türk tugayının “218 ölü, 455 yaralı ve 94 kayıp” olmak üzere “toplam zayiatının 767 subay, astsubay ve er” olduğu biliniyor. Bir tugayın kaç kişiden oluştuğunu merak edip öğrenirseniz, zayiatın büyüklüğü konusunda bir fikir edinebilirsiniz.
İyi okumalar dileğiyle...